|

Strateji belgesinde müphem vaat

Trump ise bir yandan, Amerika’nın ötekisi saydığı cılız ama rahatsız edici aktörlere (İran-Kuzey Kore) fazla bir şey önermek istemiyor çünkü Obama’dan biraz farklı olarak uzaktan idare edebileceği mekanizmaları devlet dışı aktörlerden devlet aktörlerine kaydırarak güçlendirmek istiyor; bu yüzden de İran ve Kuzey Kore gibi tehditlerin (silah, ideoloji, füze kapasitesine sahip) varlığını kullanmaya ihtiyacı var.

Yeni Şafak ve
04:00 - 13/01/2018 Cumartesi
Güncelleme: 03:56 - 13/01/2018 Cumartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
PROF. DR. NURŞİN ATEŞOĞLU GÜNEY /
Kıbrıs Bahçeşehir İİSBF Dekanı/ BİLGESAM Bşk. Yrd.

Kabul etmemiz gerekir, Trump, Obama’nın sahip olduğu lükse sahip değildi. Trump’ın dünyası Amerika’nın çok güçlü olduğu ama diğerlerinin de güçlendiği, ABD’nin bıraktığı boşluklardan yararlandığı, strateji altı düzeyde limitli enstrümanlarla değerli hediyeler kazandığı (örneğin Rusya-Karadeniz’de hakimiyet, örneğin İran-Lübnan’da artan siyasal/askeri güç, örneğin Rusya-Akdeniz’de askeri varlık, örneğin Çin- İkinci vuruş gücü, örneğin Çin/Fransa- Afrika’da artan etki, örneğin Kuzey Kore- sürekli geliştirdiği rahatsız edici etki ile Güney Kore’ye yönelik artan baskı vb) bir dünya. Zaten Trump’ın altına imza attığı yeni güvenlik stratejisi (NSS-2017) de Amerika’da birilerinin bu dünyanın farkında olduğunu bize gösteriyor. NSS-2017, bu çok güçlü olmayan başkalarının ABD çıkarlarına aykırı işler yapabileceğini, ABD çıkarlarına karşı orada burada ortaya çıkabilecek gelişmeleri bertaraf etmek için de off-shore yani uzaktan devreye sokulan mekanizmaların her zaman yeterli olmayacağını vurguluyor.

TRUMP-OBAMA FARKI

Aslında, gayet sağduyulu tahminler bunlar ve anlaşılan ABD uzaktan idare edilen mekanizmaların kapsayıcı ve kapsamlı bir çerçeveden yoksun olduğunda (-böyle çerçeveler kurmak yorucu, maliyetli ve çok yönlü diplomatik çabaları gerektiriyor en nihayetinde) zayıf ve kırılgan olacağını farketmiş görünüyor. Aslında bu zayıflıklar -örneğin bilmem kaç tır silahla donatılmış PYD’nin Kuzey Suriye’de tamamen ABD enerji çıkarlarına uygun bir koridoru kurup-korumak konusunda yetersiz kalacağı- Obama döneminde de aşikardı, ancak Obama yönetimi zorlayıcı diplomasinin rakipleri vaatle uyuşturma ayağını daha iyi becerdiğinden, bu zayıflıklar düşük maliyetli araçları tercih etmenin yönetilebilir bedeli olarak algılanıyordu.

Trump ise bir yandan, Amerika’nın ötekisi saydığı cılız ama rahatsız edici aktörlere (İran-Kuzey Kore) fazla bir şey önermek istemiyor çünkü Obama’dan biraz farklı olarak uzaktan idare edebileceği mekanizmaları devlet dışı aktörlerden devlet aktörlerine kaydırarak güçlendirmek istiyor; bu yüzden de İran ve Kuzey Kore gibi tehditlerin (silah, ideoloji, füze kapasitesine sahip) varlığını kullanmaya ihtiyacı var. Diğer yandan gerçek rakibi saydığı büyük güçlere (başta Rusya) bir şey önermek konusunda eli kolu ABD içindeki mücadele nedeniyle bağlı. Bu nedenle Trump, güvenlik stratejisine müphem bir büyük güçler arası işbirliği vaadi (-ki Rusya, Çin, Avrupalı güçler bu müphem vaatten elbette faydalanmak isteyeceklerdir) dışında tek bir şey koyabildi: cezalandırmaya dayalı caydırıcılık ya da saldırgan caydırıcılık.

RİSKİ ARTIRIYOR

Stratejik mantık çerçevesinde bu tehditlere (vururum, yaptırım uygularım, içini karıştırırım, rejimini deviririm, adamını tutuklarım, teröristini desteklerim, vize vermem, para vermem, kısaca öldürürüm-süründürürüm tehdit silsilesine) dayalı caydırıcılığın ABD’nin karşısındaki aktörlerin hayati çıkarları (ekonomik-siyasi bekaları) söz konusu olduğunda işlemeyebileceğini başka bir yazımızda uzun uzun anlattık. Üstelik yukarıda bahsettiğimiz gibi, bu caydırıcılık biçimi zorlayıcı diplomasi ile birleştirilip ödül/sisteme entegrasyon/diyalog mekanizmalarından tamamen sıyırılınca karşı dengeleme mekanizmaları doğurma riskiyle de burun buruna geliyor. Örnek bol, ABD’de tehditlerine rağmen işleyen Astana-Soçi mekanizması mı istersiniz, Katar krizine karşı domates-yoğurt koalisyonu mu istersiniz, Kudüs tehdidine karşı 128 ülkeden gelen ret oyu mu istersiniz. Bunun dışında da ceza/tehdide dayalı caydırıcılığın sorunları var. İlk sorun inandırıcılık-çifte standart sorunu. Caydırıcılığın sadece ceza odaklı hale gelmesi, cezanın sadece kaba güç kullanımına indirgenmesi sistemde mutlaka ikilikler yaratacak, bu da bu ikilikleri temizleme durumunda kalacak ABD’nin (ceza inandırıcı olmalı), başta tasarlamadığı hedeflere ateş püskürmesine neden olabilir.

Nitekim geçtiğimiz günlerde S-400 üzerinden kopartılan fırtınaya dahil olan Fiona Hill, ABD’nin Rusya’dan S-400 almayı düşünen Suudi Arabistan’a da yaptırım uygulayabileceğini yumurtladı. Oysa ABD’nin yukarıda saydığımız güvenlik politikası Körfezden-İsrail’e oradan Mısır ve Avrupa’ya güçlü bir eksenin oluşturulmasını hedefliyordu. Benzer şekilde ve aynı günlerde ABD Pakistan’a verdiği terörle mücadele yardımını kesti. Pakistan’ın terörle mücadele konusunda güçsüz hale gelmesi Washington’un nasıl işine yarayacak bilinmez ama Pakistan’ı rakiplerle işbirliğine itmek (-ki Çin kapıda bekliyor) için güzel bir hamle. Rahatlıkla bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diyebileceğimiz bir durum. İkinci sorun ise çok daha önemli bir stratejik zayıflığı işaret ediyor: güvenilirlik/inanılırlık-rasyonalite dengesi sorunu. Şimdi dünyanın en güçlü ülkesi olarak tehdit savuracaksınız ve bunun yeterince caydırıcı olmasını ümit edeceksiniz. Ya karşınızdaki aktör caymaz ise, vururum, yeryüzünden silerim, tuz-buz ederim tehditleri askeri kapasite açısından yapılabilir olsa da çoğunlukla üreteceği sonuç ve maliyeti açısından yapılamaz tehditlerdir.

GÜÇLÜNÜN MANTIKSIZLIĞI

Bu noktada da tehdidi savuran aktörün en iyi ikinci cezaya (mesela: yaptırımlarla hayat damarını keserim), o da olmazsa üçüncü cezaya (İran’daki protestoları rejime karşı protestolar haline gelmeye teşvik ederim), o da olmazsa dördüncü cezaya (bu konularda beni desteklemeyen am aslında kendi kurduğum kurumlara para vermem ki bu kurumların benim gücümün aracı olduğunu herkes anlasın) doğru retoriğini ve politikasını kaydırmasını bekleriz. Sonuç, kendi oluşturduğu düzene zarar verecek şekilde ve stratejik maliyet-fayda dengesini gözetmeden sürekli güç ve ceza tehdidi kullanan irrasyonel bir aktöre dönüşmek. Aslında biz irrasyonel rasyoneliteyi yani mantıksızlığın mantığı stratejisini, bugüne kadar sınırlı gücü olan ama sınırlı gücü ile stratejik fayda sağlamak isteyen aktörler için geçerli bir strateji olarak gördük. Tipik örneklerinden biri Kuzey Kore rejimiydi ve bu stratejiyi benimsemesinin nedeni güçlü engelleyicilerle (örneğin ABD) başa çıkmak için riskli ama ucuz bir strateji olmasıydı. Büyük bir gücün sonuçta mantıksızlığa sığınması ise ne az riskli ne de ABD’nin düşündüğü kadar maliyetsiz.

Ne şans ki ABD caydırıcılık konusunda stratejisinde konjonktürden kaynaklanan açığa en güçlü olduğu dönemlerden birinde ve Trump başkanlık şansına kavuşmuşken yakalandı. Bu nedenle ABD stratejik aklı, şimdilik Trump’ı güçlünün mantıksızlığı üzerinden caydırıcılık sağlamak için kullanıyor ama emniyet supabını da açıyor; mesela girişte andığımız ve şu anda stoklarda tükendiği anlaşılan kitap ABD başkanının (tıbbi anlamda) çok zeki olmadığını yazdı. O andan itibaren Trump kendisinin de zeki olduğunu anlatan twitler atmakla meşgul. Çünkü başkan da başkanı kullananlar da kendilerini sıkıştırdıkları bu saldırgan caydırıcılık stratejisindeki risk ve açıkların farkında özellikle de uluslararası arenada ABD istediği sonuçlara bu strateji ile ulaşmakta zorluk çektiği için.

*Bu yazının ilk bölümü 9 Ocak 2018 tarihinde sayfamız da yayınlanmıştır.

#ABD
#Donald Trump
6 yıl önce