|

Söylenmemiş söze dair

Klasik Avrupa Merkezci açısından uzak bir tutumla, muvahhid bir Hristiyan olarak Avrupa merkezli bakış açısını sorgulayan Hodgson, Avrupa’nın ve modernliğin dünya tarihindeki yerini irdeler. Şayet modernlik ilk kez İslam dünyasında ortaya çıkmış olsaydı, modern dünyanın eşitlikçi eğilimlerinin de yüksek olacağını iddia eder.

Yeni Şafak ve
04:00 - 8/08/2018 Çarşamba
Güncelleme: 04:35 - 8/08/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
​Söylenmemiş söze dair
​Söylenmemiş söze dair
SEVDA DURSUN

Geçmişten günümüze tarih yazımında, her dönemin yorumlanması, o günün şartlarına, hakim kültürün anlatımına göre farklılık yaratır. Bir zamanların hakim kültür ve medeniyeti, gücünü yitirdiğinde çok farklı konumlandırmaya tabi tutulur. İbni Haldun, Medeniyetlerin de insanlar gibi olduğunu, doğup, büyüyüp, gelişip, öldüğünü söylerken, kaybolan medeniyetlerin kaderini anlatır. Bu noktada medeniyetlerin sürekliliğini ve hakimiyetini sağlayan felsefesini tartışmak ufuk açıcı olur. Hodgson, Cicero’nun deyimine cesaretle karşı koyar: Güneş altında, her daim söylenmemiş sözler vardır. Batı’da, Sanayi Devrimi’yle birlikte tarım toplumundan kurtulup modernlik inşa edilmeye başlanınca, batı dilleri ve felsefesi de dünyaya hakim kılındı. Batı, dünya tarihini de, inşa ettiği bu hakim kılma ideolojisi üzerine yorumladı. Oysaki dünya tarihi, dünyanın çeşitli yerlerindeki insanların yüzyıllar boyunca geliştirdikleri uygarlıkların öyküsüdür. Avrupa, modernliğiyle birlikte yüzyıllar boyunca geliştirilen bu uygarlıklarla yoğrulduğu halde, tarih yazarken kendinden başka medeniyetleri yok saydı.

Avrupa merkezci tarih yazımında; batı, yüz yıllardır kabul gören dünya tarihinin tek varisi olarak lanse edildi. Asıl alanı Orta Çağ İslam Tarihi olan Marshall G. S. Hodgson, Batı’nın bu haksız kabulünü reddederek, dünya tarihini genel kabulün dışındaki farklı bir perspektife oturtup, ilgilisine yeni bir pencere açtı. İslam tarihini daha geniş bir bağlam içine yerleştirerek klasik şarkiyatçı ve Avrupa merkezci anlayışları kırmak için çabaladı. Edward Said’den epey önce klasik oryantalist yaklaşımları ve bunun belli temsilcilerini tenkit etti. Hodgson, İslam medeniyeti tarihini, Ortadoğu tarihi değil, dünya tarihi içine yerleştirerek doğru bir bakış açısı sergilemek için, 47 yaşına kadar süren kısa hayatında büyük ve etkili bir çaba sarf etti.


YEGANE HALK DEĞİLİZ
GERÇEĞİNE UYANMAK

Marshall G. S. Hodgson, Dünya Tarihini Yeniden Düşünmek kitabının ilk bölümünde “Küresel Bağlamda Avrupa” başlığı üzerinden Avrupa’nın kıta addedilmesinin nedenlerini irdeleyerek işe başlar. Avrupa’nın ve modernliğin dünya tarihindeki yerini incelerken, Avrupa merkezcilik ve çok kültürlülük tartışmalarına da iddialı bir katkı sunar. Tarihin ana akış istikametinin batıyı kapsayıp, doğuyu tecrit etmesini ise Batılı ırk merkezciliğinin en önemli özelliklerinden birisi olarak tanımlar. Ardından Mercator projeksiyonu ile yapılan haritalarda; küçücük Avrupa’yı koskoca bir dünya gibi gösteren ve diğer bütün bölgeleri tecrit eden dar ve sınırlı bir anlayışı eleştirir. Batı zihni; Mercator projeksiyonu sayesinde Avrupa’yı Orta Doğu ya da Hindistan hatta Çin’den çok daha büyük bir alanda göstermiş ve zihinlerimize işlemiştir. Bu projeksiyon sistemine göre; dünya haritasında Avrupa büyük bir kıta olabilirken, Hindistan Avrupa’da İsveç kadar bir ülke olarak yer kaplar. İşte tam bu noktada Hodgson bir İngiliz olarak kendine şu soruyu sorar: Dünyadaki yegâne halk olmadığımız gerçeğine uyanmanın zamanı gelmedi mi?

Hodgson eserin ikinci kısmında İslam medeniyetini dünya tarihi çerçevesi içine yerleştirir ve bu çerçevede medeniyet tartışmalarını maddi kültür üzerinden ufuk açıcı şekilde yorumlar. Kitabının üçüncü bölümünde ise sadece tek bir tarih -küresel tarih- olduğunu, belli bir bölgeye odaklanan ve o bölgenin üstünlüğü esasına dayanan yaklaşımlarını dünya tarihi bağlamında değerlendirilip doğru yerine oturtulması gerektiğini savunur. Bölgeler arası araştırmalar ve tarih yazımına da değinen Hodgson, dünya tarihi yazımında kullanılan terminolojinin tarihi tümden değiştirdiğine vurgu yapar. Mevcut ve alışılmış terminolojiyi onaylamadığı ve bunların bazı önyargılar barındırdığını düşündüğü için, bilinçli olarak farklı tabirler icat etme gereğini de duymuştur.

MODERNLEŞME İSLAM
MEDENİYETİNDE OLSAYDI

Kitabı okurken üzerinde durmamız ve sorgulamamız gereken savlardan bir tanesi de modernliğin batıda değil de başka kültürlerde ortaya çıkması halinde dünyanın gelmiş olabileceği noktadır. Hodgson, şayet modernlik ilk kez İslam dünyasında ortaya çıkmış olsaydı, modern toplumun eşitlikçi ve kozmopolit eğilimlerinin yüksek olacağını ileri sürer. İslam medeniyeti öncülüğündeki modern dünyanın, kapitalizmin esiri olmayacağını, eşitlikçi ve evrensel bir sistemle tanımlanacağını ifade edecek kadar da açık yürekli ve cesaretli iddialarda bulunur.

Avrupalı tarih perspektifi ile hesaplaşmayı deneyen özgün tarihçi Hodgson, ikiz kızlarının elim bir hastalık sonucu vefat etmesi sonrası evlat acısıyla hayata gözlerini yumar. Genç yaşta kaybedilen bu alimin makalelerini yine kendisi gibi muvahhid bir Hristiyan olan asistanı Edmund Burke, III toplamıştır. Yöneliş Yayınları tarafından 2003 yılında Türkçeye kazandırılan eser; Yöneliş Yayınlarını devir alan Vadi Yayınları tarafından çevirisi gözden geçirilerek yeniden yayınlandı. Günümüzde de geçerliğini koruyan bu eseri önemli ve özgün kılan şey, dünya tarihi yazımında; klasik oryantalist bakış açısını ilk defa eleştirmesi ve bir İngiliz olarak Avrupa merkezli bakış açısını farklı açılardan sorgulamış olmasıdır.

#Hodgson
6 yıl önce