|

Siyaset üzerinden edebiyatı okumak

“Edebiyatçı ile siyasi sınıfların, sonu hep hüsranla biten ilişkileri. İktidarlar sanatçıdan ne umar? Sanatçı siyasetçiden ne bekler? Geçen yüzyılın önemli bir problemi bu idi. Şimdi ise böyle bir problem yaşamıyoruz sayılır. Çünkü iktidarların sanattan, edebiyattan beklentileri azaldı da azaldı.”

Yeni Şafak ve
04:00 - 13/06/2018 Çarşamba
Güncelleme: 06:46 - 13/06/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
Mehmet Akif Ersoy
Mehmet Akif Ersoy
NECMETTİN TURİNAY

Selçuk Karakılıç’ın çalışması, her şeyden önce adı ile dikkat çekici. Dolayısıyla okuyucu merakını harekete geçiren bir yanı var bu başlığın. Hem bir gerçeği ifade eden, hem de bağıran bir yanı: “Sürgün İntihal ve İntihar”!.. Bu tür kavramların, insan ruhu üzerinde ne tür çağrışımlar meydana getireceğini siz de tahmin edebilirsiniz. Fakat uzaktan baktığımız bu başlığın altında, daha farklı duran bir at başlık var ki onu geç fark ediyorsunuz: “Edebiyatımızın Siyasetle İmtihanı” Demek ki asıl bu başlık bizi bu kitabın içine davet eden.

Edebiyatla, edebiyatçı ile siyasi sınıfların, sonu hep hüsranla biten ilişkileri. İktidarlar sanatçıdan ne umar? Sanatçı siyasetçiden ne bekler? Geçen yüzyılın önemli bir problemi bu idi. Şimdi ise böyle bir problem yaşamıyoruz sayılır. Çünkü iktidarların sanattan, edebiyattan beklentileri azaldı da azaldı.

Ama eski tek parti yıllarında, ya da iki bloklu dünyanın hakim olduğu zamanlarda, hadisenin nasıl bir boyut kazandığını öğrenmek, tanımak isterseniz, Karakılıç’ın çalışması işte o noktada sizi bekliyor.


GENİŞ BİR YAZAR YELPAZESİ

Bir de Selçuk Karakılıç, edebiyatımızın önde gelen her hangi bir ismi ile kendisini sınırlandırmıyor. Peyami Safa’dan Necip Fazıl’a, Mehmet Akif’ten Yahya Kemal’e, Sait Faik’ten Halit Ziya’ya veya Fuat Köprülü’ye, Yusuf Ziya’ya kadar açılıyor da açılıyor. Onların her biri ile ilgili, öyle enteresan bilgilerle yüz yüze bırakıyor ki bizi şaşıp kalıyoruz.

Kuşkusuz yazıcının kaynaklara olan vukufunun yanı sıra, onun bir de ilgili kişilere veya döneme dönük birikimi, değerlendirme kabiliyeti de dikkat çekici. Bütün bunlar bende şöyle bir kanaate yol açmadı değil: Bir araştırmanın konusunun herhangi bir yazar veya düşünür üzerinde yoğunlaşması son derece tabiidir. Bu yoldan, bir kişi veya problem alan üzerindeki çalışmalarına bakılarak, o kişiye “uzman” da denebilir. Falan kişi veya konunun uzmanı gibi. Fakat Karakılıç’ta gördüğümüz, bunun biraz daha dışında. Çünkü onu bir değil, birkaç kişiye dönük yoğun ilgileri ile tanıyoruz. Daha önce Beşir Ayvazoğlu ile birlikte, Kültür Bakanlığı için hazırladıkları Peyami Safa Kitabı ile biliyoruz. Yani Karakılıç’ın, Peyami Safa hakkındaki bilgi ve yorumları sağlam. Aynı şekilde Hikmet Feridun Es’in üç-beş kitabını da yayına hazırlamıştı. Bunlara, Ağâh Sırrı Levend’in Eski Türk Edebiyatı Üzerine Makaleleri’ni de eklemek gerekir. Bir de tabii Necip Fazıl’a ve Mehmet Akif’e dönük çalışmaları var Karakılıç’ın.

Bunları niçin söylüyoruz? Bilgi dediğimiz şey, bir şeyi bir kişiyi iyi bilmekle başlar. Her yeni bilgi bizde, daha önceden mevcut olan hazır bir bilgi ile eşleşerek, zıtlık- paralellik vs. ilişkileri kurarak genişler veya derinleşir. Bu noktadan ilerleyerek de yorumlama, anlamlandırma gücü gelişir. Her şeyi bir parça bilen değil, burada kaydettiğim. Eklektik ve ansiklopedik olarak kalıyorlar. Onlarda yorumlama ve analiz kabiliyeti de, kolay kolay gelişmiyor kanaatimce.


NECİP FAZIL’IN ELİNDEN ALINAN BİRİNCİLİK

İşte Selçuk Karakılıç›ı asıl bu noktada emsallerinden farklı bulduğumu söyleyebilirim. Çünkü onun vukufu ve alâkası bir değil, birden fazla kişiyi ve alanı tarassut altına almış durumda. Bir de tabi, asıl söylemem gereken şurası: Bilgi onda, tek tek ve birbirlerinden kopuk olarak kalmıyor. Her şeyi birbirleri ile alâkalandırabiliyor ki asıl önemli olan da burası.

Burada dikkat ederseniz, onun ele aldığı konulardan ziyade, kendi eseri karşısındaki konumunu öne çıkarmayı tercih ediyorum. Çünkü ilgili çalışmanın sayfalarını çevirirken, Karakılıç’ın alâka duyduğu mevzuları daha iyi kavrayacaksak, Cumhuriyet döneminde edebiyat ve sanatla siyasetin teşkil ettiği ters ilişkiler karşısında siz de şaşırıp kalacaksınız. Safahat şairini istihbarat çevrelerinin nasıl bir görünüme soktuğunu, mütebahhir bir âlim olan Köprülü’nün siyaset arenasında düştüğü zavallılığı, Cumhuriyet tarihinin ilk jübile törenini, N. Fazıl’ın elinden gasp edilen yarışma birinciliği vs. Bunları daha da çoğaltmak, genişletmek kuşkusuz mümkün. Sait Faik gibi yapayalnız bir yazarın başına gelenler, Yusuf Ziya Ortaç’ın içine düştüğü savrulmalar gibi!.. Ya da Peyami Safa ile Necip Fazıl’ın hemen her meselede karşımıza çıkmaları. Daha neler neler?

Dolayısıyla ilgili yazılar bir arada okununca, 1920’lerden 10960’lara kadar, Cumhuriyet dönemi iktidarları ile dönem edebiyatçılarını toplu bir resmi geçit töreninde izleme imkânına kavuşuyorsunuz.

Karakılıç’ın çalışmasında bir de şu dikkatimi çekti: Akif’in yurda gelişi sırasında, o günkü siyasi iktidarın kendi arasında ikiye bölünmüşlüğü. Şimdiye kadar yapılmış hiç bir Akif çalışmasında, bu tutum farklılığına işaret edilmemiş olduğu hususu. Kaldı ki doğru olan budur ve bu meselenin biraz daha genişletilmesi icap etmektedir. Çünkü Karakılıç bu noktaya parmak basıyor, fakat derinleştirmekten yana da oluyor. Diğer bir mesele de Yahya Kemal ile Mehmet Akif’in, sağlıklarında bir araya gelip gelmedikleri hususu. Beşir Ayvazoğlu gibi, Karakılıç’ın da tespitleri bu yönde. Ben şahsen bundan emin değilim. Mütareke yıllarında bir mecliste, bir araya gelmiş oldukları gibi bir bilgim var. Fakat şu anda bunu tahkike imkân bulunmuyor.

Bir de Halit Ziya’nın jübilesi (5 Mayıs 1937). Eminönü Halkevi’nin bu konu için düzenlediği toplantı. O kadar etraflı izah ediyor ki Karakılıç bunları. Fakat bu toplantının, kendi dışında iki anlamı daha bulunuyor. Birincisi, Halit Ziya jübilesinin, dil devriminin sonunu ilân etmiş olması. İktidarın adeta, kendi kendini tekzip ettiği gerçeği. Bunun ülke kamuoyuna ve aydınlara, davul-zurna ile ilânı. İkincisi de bu jübilenin ardından, Halit Ziya Külliyatı’nın yeniden basılmasının gündeme gelmesi. Nitekim buradan doğan bir itibar ile Halit Ziya, üç-dört yıl sonra, CHP Roman yarışması jürisinin başkanlığına kadar yükselecektir.

Bir de Selçuk Karakılıç’ın çalışması, bu tek örnekle sınırlı kalır mı, kalmalı mı? Bizce, devam etmesi gereken münkit bir alan yakalamış Karakılıç, nitekim ilgili çalışmanın önsözünden çıkardığımıza göre, yayınevinin sahibi Nurhan Alpay bey. Sürgün İntihal ve İntihar’ı baştan sona okumuş. Bu ilgi, yaptığı işin heyecanını duymaya dayanan alâka, doğrusu insanı duygulandırıyor desem yeridir.

#Siyaset
#Edebiyat
6 yıl önce