Rutin bir adettir Ramazan ayının on beşinden sonra artık Ramazan ayı için elveda demeye başlarız. İftar ve sahur davetleri, teravih namazı, camilerde okunan mukabeleler derken yavaş yavaş bu yıl da Ramazan ayına da veda etmeye başladık. Ancak özellikle devlet kurumlarında yoğun mesai, uzun yaz günleri ve sahura kadar ayakta olmak pek çok kişiye ağır geliyor. Bizim gazetenin belki de en güzel tarafı Ramazan ayında bir ay boyu sabah toplantılarının iptali. Çalışanlara biraz olsun kolaylık sağlayan bu uygulama yaklaşık yirmi yıldır devam ediyor ve hepimizin de yüzünü güldürüyor. Darısı diğer kurumların başına. Çamlıca Basım Yayınları arasında çıkan “Nerede O Eski Ramazanlar?” kitabını karıştırırken aslında bu mesai saatindeki rahatlığın bir Osmanlı geleneği olduğunu okudum. Yani günümüzde anlatıldığı gibi Osmanlı’da Ramazan sadece Hacivat – Karagöz veya direkler arasında yapılan birkaç oyundan ibaret değilmiş insanların hayatlarına da bir takım kolaylıklar sağlanıyormuş.
Osman Doğan ve Soner Demirsoy’un editörlüğünde çıkan kitabı okurken insan o görmediği Ramazlar için bile “Ah sahi nerede o eski Ramazanlar?” demeye başlıyor. İşte bize bu soruyu sorduran güzelliklerden kısa notlar:
*Osmanlı’da Ramazan paylaşmak demekti, kardeşlik demekti. Konaklarda kurulan mükellef sofralara zengin fakir her kesimden halkın davetsiz gelip oturduğu bir ay demekti. Ramazan ayı zenginlerin fakirleri gözettiği bir aydı.
*Müslümanların her yıl hicri takvime göre ihya ettikleri mübarek gün ve geceler bulunmaktadır. Bu zamanlarda Müslümanlar yaptıkları ibadetler ve dualar ile verdikleri sadakalar sebebiyle hem kendilerinin ve hem de diğer Müslümanların hayrı ve selameti için niyazda bulunurlar. Müslümanlar hususiyle Bayram ve Kandil Gecelerini mukaddes bilir ve ona göre hürmet eder. Bütün Müslümanların sultanı ve halifesi olarak Osmanlı padişahları da bu mukaddes vakitler- de fukarayı gözetir, darda kalanlara yardım ederlerdi.
*Osmanlı Devleti’nde memur ve askerler başta olmak üzere devlet erkânına, Ramazan-ı Şerif’te maddî sıkıntı çekmemeleri, daha çok hayır ve hasenatta bulunmaları için hem maaşlarının bir bölümü Ramazan’dan önce veriliyor hem de “Bayramiyye” ya da “Ramazaniyye” adı ile çift maaş tahsis ediliyordu. Sıkıntılı günlerde bile devlet bazı maddî zararları göze alarak “Ramazan’dan evvel çalışanlara maaş verilebilmesi için hazinede mevcut Osmanlı tahvillerinden kâfi miktarının satılması veyahut rehin verilmesi” gibi riskli ekonomik kararlar bile alabilmişti. Bu da mümkün olmazsa, Sultan İkinci Abdülhamid’in çoğu zaman yaptığı gibi, bazı vazifelilerin Ramazaniyyesi bizzat padişah tarafından “ceyb-i hümayundan” Ramazan atiyyesi olarak ödenmişti.
*Devlet daireleri Ramazan-ı Şerif ayında daha müsamahalı olurdu.Sabah öğlene doğru çalışma başlar ikindiye varmadan daireler kapanırdı. Mevsimlere göre halkın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde düzenlemeler yapılır, icap ederse iftardan sonra da mesailer yaspılırdı.Mektepler, mühendishaneler tatil edilir, isteyen sılaya gider, bayramdan sonra dönerlerdi.
*Güzel bir Osmanlı geleneği de zimem yani borç defterlerinin silinmesi idi. Kelime manası olarak zimem defteri, bakkal ve manav gibi esnafların tuttuğu borç defterine verilen isimdir.Bu geleneğe göre Ramazan ayı gelince zengin bir şahıs bir bakkala gider ve zenginliği nispetinde “ilk yirmi kişinin borcunu sil” der ve bu kişilerin borçlarını öderdi. Böylece Ramazan-ı Şerif’in sevabına erişmeyi umardı. Bazen tek bir şahıs bütün borçları öderdi. Bu geleneğin diğer güzellikleri ise borcu ödeyenin kimlerin borcunu ödediğini bilmemesi ve gurura kapılmaması idi.Diğeri ise borçlunun borcunu ödeyeni bilmemesi ve minnet altında kalmaması idi. Bu, gerçek zarafetin gereği olarak görülürdü.
*Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) doğduğu gün, yani mübarek Mevlid Gecesi’nin Osmanlı Devleti’nde ayrı bir ehemmiyeti vardır. Hatta bu kandil, 16. asrın sonlarına doğru devlet merasimi ile idrak edilerek resmileştirilmişti. Bu merasime başta padişah olmak üzere bütün devlet erkânı iştirak etmekteydi. 1910 tarihinden itibaren de Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) doğduğu gün, resmi bayramlar arasına dâhil edilerek resmi tatil olarak kabul edilmiştir.
*Medine’de çocuklar her sene Şaban-ı Şerif’in yirmi dokuzuncu günü bir meydanda toplanırlar, daha sonra içlerinden hitabeti kuvvetli, sesi gür olanlardan üç kişiyi seçerek şehrin ileri gelenleri olarak tayin ederlerdi. Aynı gün akşam üzeri çocuklar hep beraber şehir surlarının dışına çıkarlar ve Ramazan’ı alıp şehre getirirlerdi. Bu merasime Medine sakinleri arasında “Çocukların Ramazan’ı İstikbal Alayı” denilirdi.
*Eski Ramazan iftarlarının bize mahsus güzel âdetlerinden biri diş kirasıdır. Misafirler, hane sahibine veda ederken, bir miktar para veya değerli bir hediyelik eşya verilerek uğurlanırlar. Diş kirası denilen bu hediyenin zarif gerekçesi, o gece ağzınızı iftar sahibinin ikramına kiralamış olmanızdır. Tabii işin doğrusu; misafire, konakta yemek yiyip, konak sahibinin sevap işlemesine vesile olduğu için teşekküren verilen bir hediyedir.Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa, zenginliği kadar cömertliği ile de meşhur devlet adamı idi. Sultan Abdülaziz, 8 Ramazân 1284 (M.1867) Cuma akşamı, Paşa’nın (hâlen İstanbul Üniversitesi Edebiyat ve Fen Fakültesi’nin bulunduğu yerdeki) konağına teşrîf eder. Sadece kuş sütünün eksik olduğu mükellef iftar ziyafetinden sonra, Yusuf Kamil Paşa sahip olduğu bütün mal ve emlâkinin senetleri ve tapularını altın bir tepsiye koyarak padişaha diş kirası olarak takdim eder.Sultan Abdülaziz: Bunlar makbûlüm oldu. Yine sizlere veriyorum. Her haliniz ve ef’al ü akvâliniz mahzûziyetimi mûcip olmaktadır, mukâbelesiyle, tepsiyi ve içindekileri sahibine iade eder.
Osmanlı’da Ramazan gecelerinde ve mübarek kandillerde bal şerbeti ikram etmek adet idi. Bu geleneğe Teravih şerbeti adı veriliyordu. Hatta Osmanlı devrinde bu iş için vakıflar kurulmuştu. Bunlardan biri Sultan Dördüncü Mehmed’in annesi Hatice Turhan Sultan’ın Yeni Cami ve yanına yaptırmış olduğu vakıftır. Bu cami ve vakıfta 116 kişi çalışırdı.Bunlar Ramazan ayı geldiğinde halka şerbet dağıtırlardı. Şayet Ramazan ayı yaza rast gelmiş ise şerbetler içine kar atmak sureti ile soğutulur ve halka ikram edilirdi. Ayrıca Ramazan gecelerinde teravihten sonra vazifeliler tarafından halka şerbet, ayran, limonata dağıtılırdı.
Osmanlı’da Ramazan gecelerinde ve mübarek kandillerde bal şerbeti ikram etmek adet idi. Bu geleneğe Teravih şerbeti adı veriliyordu. Hatta Osmanlı devrinde bu iş için vakıflar kurulmuştu. Bunlardanbiri Sultan Dördüncü Mehmed’in annesi Hatice Turhan Sultan’ın Yeni Cami ve yanına yaptırmış olduğu vakıftır. Bu cami ve vakıfta 116 kişi çalışırdı.Bunlar Ramazan ayı geldiğinde halka şerbet dağıtırlardı. Şayet Ramazan ayı yaza rast gelmiş ise şerbetler içine kar atmak sureti ile soğutulur ve halka ikram edilirdi. Ayrıca Ramazan gecelerinde teravihten sonra vazifeliler tarafından halka şerbet, ayran, limonata dağıtılırdı.
İftariye: İftar vakti ezan okunduktan sonra oruç açmak için hazırlanmış olan iftarlık yiyeceklere, iftar tabağına denir. Küçük tabaklarda hurmalar, reçeller, peynirler, zeytinler ve benzeri yiyecekler bulunmaktadır. Ezanın okunmasından sonra dua edilir ve iftariyeliklerle oruç açılır. Sonrasında cemaatle namaz kılınır ve asıl sofraya geçilirdi.