|

Nükleer anlaşma komada

ABD-AB krizlerinde edindiğimiz tecrübe bize, Avrupalıların kendi çıkarlarını önceleyerek başta direnmeye karar verdiğini, ancak sonra ardı ardına gelen baskılara bölünmüş bir Avrupa olarak dayanmanın güçlüğü karşısında geri çekildiğini gösteriyor. Zaten bu geri çekilme sinyallerini Avrupa’nın dev şirketleri göndermeye başladı bile. Anlaşılan Avrupalılar dahi Trump’ın hegemonyacı saldırgan politikalarında “bal tutup parmak yalayan” tek aktörün İsrail olabileceğini düşünüyorlar.

Yeni Şafak ve
04:00 - 22/05/2018 Salı
Güncelleme: 03:05 - 22/05/2018 Salı
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney - Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi İİSBF Dekanı

Trump son zamanlarda erkene alınmış felaketler dönemini yaşıyor. Yapacağı korkulan eylemi ve ne zaman gerçekleşeceğini önce Twitter’dan bir korku filmi tanıtımı gibi duyuruyor: örneğin tüm dünyaya ‘bu salıyı bekleyin’ diyor, sonra ‘az sonra gerçekleşiyor’ nidaları duyuluyor. İnsanlar ‘acaba yapacak mı, gerçekten yapacak mı’ diye sosyal medyada dolaşırken beyaz ekranda beliren Trump, adeta o ana kadar yükselen heyecanın bilincinde bir aktör gibi, kararını açıklıyor. Bu sahneleri başka karelerle beraber düşünün. Aklınıza; ABD kongresinde bir nükleer bomba nasıl yapılır sorusunu elinde bomba karikatürüyle açıklayan, ya da içinde ne olduğunu bilmediğimiz cd’lerden bir duvar önünde herkesin bildiklerini yeni ve çok gizli bilgilermiş gibi açıklamalarla dünyaya duyuran Netanyahu gelebilir.

Tüm resmi birleştirip, Der Derian’ı analım, galiba diplomasinin postmodern evresini yaşıyoruz ve bu postmodernist atmosfer, dolayısıyla absürtlük, Trump’tan daha iyi bir anti-kahraman bulamazdı. Trump-Netanyahu ikilisinin yarattığı hengamede Obama’nın son döneminde büyük bir mutlulukla pişirip kotardığı İran Nükleer Anlaşması’nı ABD, şimdi niye kötü bir anlaşma olarak değerlendiriyor sorusu cevapsız kaldı. Hatta kimse, bu postmodern şovdan gözlerini kaldırıp, galiba ABD baştan da İran’ı kandırmış, çünkü Tahran’ın boğazındaki el hiçbir zaman çekilmemiş dahi diyemedi. Bunun yerine İran diplomasisi ve Avrupalılar hala Nükleer Anlaşma’nın hayata olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar. Tabii, AB Yüksek Komiseri Mogherini’nin de ifade ettiği gibi bu konuda garanti vermek de mümkün değil. Kısa dönemde Tahran’ın, hem de Suriye-Lübnan hattında var olma mücadelesi verirken, İsrail vururuz, Suudi Arabistan biz de isteriz derken, çıkıp sahip olduğu kabiliyetleri gerçek bir silaha çevireceğini düşünmüyor. Bu nedenle sanki nükleer silahların yayılmasını önleme rejimi işliyormuş gibi de yapabiliriz.

PETROLE DİKKAT!

Ancak tüm bu absürtlüğün, nasıl oldu da böyle oldu şaşkınlığının, Trump’tır ne yapsa yeridir haleti ruhiyesinin ötesinde sert bir gerçeklik, meraklı gözlerin endişe ile de açılmasına da neden oluyor. ABD İran Nükleer Anlaşmasını tek taraflı olarak terk etme kararını açıklarken İran’a karşı Amerikan yaptırımlarının da yürürlüğe tekrar konulacağını açıkladı. Ayrıca, ABD Başkanı Trump’un uygulamaya koyacağını söylediği yaptırımların sadece İran’ı değil aynı zamanda Tahran’la işbirliği yapan ülke ve şirketleri de hedef alacağını telaffuz etmiş olması doğal olarak Ankara gibi İran’la ticari ve enerji ilişkisi olan bir çok AB ve Asya ülkesini ciddi olarak düşünmeye sevk etti. Kısaca Trump-Netanyahu şovunun iktisadi etkileri olacak. Ve söz konusu İran olduğu için, gerçekleşeceği hesaplanan iktisadi etkiler Küba’ya karşı yaptırımlarda olduğu gibi sadece Küba purosunun yasaklanması olamaz. İran’ın yaptırımlardan sıyrıldığında petrol ve doğalgazı ile piyasada- özellikle de Avrupa piyasasında- belirli bir yeri sahiplenmesi bekleniliyordu. Kısaca İran’ın boğazına tekrar yapışan ABD kartalının pençesi küresel petrol piyasası için de belirli sonuçlar doğurabilir. Şimdi tüm uzmanlar, anlaşma yaşıyormuş gibi yaparken, bu iktisadi etkilerin hem İran için hem de yakın çevresi için ne anlam ifade ettiğini, edeceğini tartışıyor. Biz de lafa buradan başlayalım:

2015 Anlaşması’nın Tahran’da bayram gibi kutlanmasının çeşitli nedenleri vardı. İlk olarak elbette İran, nihayet başardığını ve ABD’yi zero-enrichment yani sıfır-zenginleştirme noktası dışında bir opsiyona ikna ettiğini düşünüyordu. İkinci olarak, yaptırımlar belki İran’ın nükleer sınırda (nuclear hedger) bir devlet olmasını engellememişti ama sokaklara, sıradan insana acı çektirmeyi başarmıştı. İran ekonomik bir darboğazda, kendi üzerinde oturduğu zenginliklerden faydalanamaz bir haldeydi. Elbette İran’ı bu darboğaza itip, anlaşmayı sevinçle karşılamasına neden olan sadece ABD yaptırımları değildi. AB’nin ve BMGK’nin daha hafif olarak aldığı yaptırım kararları vardı. Yine de finans piyasalarındaki küresel gücü nedeniyle ABD yaptırımlarının İran’ı adeta para öncesi bir ekonomiye mahkûm ettiği biliniyor. Ve şimdi Trump’ın son açıklamaları İran’a bu kadar zarar veren yaptırımların 90 ve 180 günlük bir zaman aralığı içerisinde geri döneceğini haber veriyor. Buna göre ilk dalga yaptırımlar ağustos ayında, ikinci dalga yaptırımlar kasım ayında yürürlüğe girecek. Bu yaptırımlarla beraber İran’ın doğal gaz ve petrol gelirlerinde ciddi bir düşüş yaşanması beklenmekte. İran petrol ve doğal gaz arzının piyasadaki payının azalması ile petrol fiyatlarında süregiden artışın daha da yükseleceğiyle ilgili bir beklenti de var. Dolayısıyla hidro-karbon enerji kaynaklarına bağımlı ya da bu kaynakların tüketicisi ülkeler fiyat artışları ile karşı karşıya kalacaklar. Kısaca üç ayrı sahnede farklı ama birbiriyle ilintili sebeplerle huzursuz bir bekleyiş var. Gururlu ama ekonomik olarak sorunlu günlerin geri geleceğini bilen Tahran sadece iktisadi sorunlarla değil, bu sorunların iç politikadaki yansımalarını da düşünmek zorunda. Elbette Tahran da geçen seneden beri gelen sinyalleri okuyor ve kendisi için B planı hazırlıyordu. Bu plan Çin ve Hindistan’ın artan petrol ve doğal gaz açlığına dayanıyor ancak ABD yaptırımlarının finansal sistem üzerindeki etkisini bilenler için bu pazarın kaydırılmasına dayalı B planı da yeterince sağlam değil. 2015 Anlaşması’nı takiben zamanında Libya’ya, Bağdat’a, Erbil’e gittikleri gibi koştura koştura Tahran’a gidip hidro-karbon alanında yatırım yapan Avrupa menşeili petrol şirketleri ve teknoloji devleri yaptırım mı, kayıp mı ikilemi içerisine girdiler bile. Avrupalı liderlerin Trump’ı ikna turlarının ilk ayağı boş çıktı, ikinci turda gündeme gelmesi muhtemel Avrupalı firmalara tanınacak imtiyazlar meselesinde de Mogherini’yi yad edelim, kimse garanti veremiyor. Üçüncü olarak artan petrol fiyatlarının döviz rezervleri ve cari açıkları üzerinde ne gibi etkilere neden olacağını endişeyle bekleyen Türkiye gibi tüketici ülkeler var.

RİYAD FATURAYI ÖDEMEYE GÖNÜLLÜ

Petrol üreticisi ülkeler için de bir dizi kritik önemde soruyu cevaplama zamanı. Bilindiği gibi Suudi Arabistan her ne kadar artık piyasadaki tek swing -yani dengeleyici- ülke olmasa da uzun yıllar ABD-Riyad ortaklığını petrol piyasalarını dengede tutma gücüne dayandırdı. Nitekim şimdi de yaptırımlar nedeniyle petrol piyasası dışında kalması beklenen İran’ın dünya petrol piyasasında yaratacağı negatif etkiyi azaltmak için Suudi Arabistan’ın Tahran’ın piyasadaki yerini telafi etmek için petrol arzını artırabileceği konuşuluyor. Riyad-Washington DC hattından somut veriler elimize henüz ulaşmadı ama ABD’nin Riyad’dan böyle bir talebinin olması da mümkün. Zaten Trump Ortadoğu’daki Amerikan harcamalarının faturasını Körfez ülkelerine kesmeye dünden başlamıştı. Bu faturayı ödemeye Riyad’ın gönüllü olması da beklenebilir zira İran’ın piyasalarda bırakacağı boşluğu doldurup kendi pazar paylarını genişletmek için harekete geçmeye hazır, ellerini ovuşturan bir üretici ülkeler güruhundan bahsetmek mümkün. Fakat, artık piyasada 1970’lerde, 1980’lerde olmayan bir gerçeklik var: Rusya ve Riyad arasında yakın geçmişte yapılan anlaşma. Riyad ve Moskova’nın, OPEC üyesi ve üyesi olmayan iki üretici ülke olarak yaptıkları petrol arzını belli bir seviyede tutma, yani arzı kısıtlama anlaşması Riyad’ın hevesini kursağında bırakabilir. Suudi Arabistan Moskova ile yaptığı anlaşmaya sadık kalmayı ister mi? ABD petrol arzını artırma konusunda baskı yaparsa sadık kalmaya devam edebilir mi? Bu anlaşma bozulursa Rusya’nın Riyad’a tepkisi ne olur? Bu soruların cevabı sadece piyasaları değil, aktörlerin jeopolitik geleceğini de etkileyecek. Moskova ve Riyad arasına çomak sokmaktan ABD’nin hiç de rahatsız olmayacağı biliniyor.

AVRUPA PÜR TELAŞ

Trump Amerika’sının İran nükleer anlaşmasını terk etmesi sonucu AB Yüksek Komiseri Mogherini nükleer anlaşmayı yaşatmak için İran’ın yanında duracaklarını ve bunun için pratikte bazı çözümler bulacaklarını geçtiğimiz günlerde basın aracılığıyla uluslararası kamuoyuna duyurdu. Ancak, Mogherini ekonomik yaptırımların nasıl ve ne zaman aşılacağıyla ilgili bağlayıcı hukuki bir söz veremedi. AB Yüksek Komiseri tarafından ifade edilen pratik çözümler arasında Türkiye’yi de yakın ilgilendiren İran’ın doğal gaz petrol ihracına devam edebilmesi, bankacılık işlemlerinin sürmesi ve İran’daki Avrupa yaptırımlarının korunması gibi hususlar var. Sonuçta, İran’a yönelik ABD’nin uygulamak istediği iktisadi yaptırımlar Ankara’yı 2015 sonrası Tahran ile geliştirmiş olduğu ticari ilişkiler nedeniyle dolaylı da olsa zorlayabilir. Nitekim, Hakan Atilla davası tecrübesi yaşamış Türkiye’nin İran ile bundan sonraki ticari ilişkilerinde bu tecrübeyi hiç yaşamamış bir ülke gibi hareket etmesi beklenemez. Benzer bir durum Avrupalı petrol şirketleri içinde geçerli. Eğer AB Washington’un uygulayacağı iktisadi yaptırımlar konusunda pratikte ciddi bir çözüm bulmazsa Tahran ile işbirliği yapan birçok Avrupalı şirketin kontratlarını fes etmeleri gerekecek. Bilindiği gibi, Avrupa’nın İran ile sahip olduğu 2015 nükleer Anlaşması sonrası gerçekleştirmiş olduğu ticaret hacmi 20 milyar Euro civarında. Dolayısıyla, birçok AB ülkesinin İran ile kurmuş olduğu ticaret potansiyeli, Trump korkusuyla bir çırpıda gözden çıkarılmayacak kadar önemli. Bir örnek vermek gerekirse, Fransız firması olan Total’in 2015 nükleer Anlaşması sonrası Tahran ile Güney Pars bölgesindeki doğal gaz rezervlerini çıkarmak için 5 milyar dolarlık anlaşma yaptığı biliniyor. Benzer bir şekilde, BP’nin de Rhum gaz sahasını değerlendirmek için joint venture olarak İran devlet gaz firmasıyla anlaştığı bilinen bir gerçek. 90-180 gün sonunda yabancı firma ve ülkeler İran ile olan ticari ilişkilerini sonlandırmamaları durumunda Amerikan yaptırımlarının doğrudan muhatabı olacaklar.

BRÜKSEL-WASHINGTON MAKASI AÇILIYOR

İşte, bu sebeple Total gibi diğer Avrupalı firmalar AB’den ve dolayısıyla ABD’den bir muafiyet kararı beklemekte. Trump yönetiminin bu şirketlere bir istisna uygulayabileceği yönünde sinyaller var ama her geçen gün Ortadoğu’da yaşanan krizler nedeniyle-en son İsrail’in Filistin meselesindeki tutumunda olduğu gibi- Brüksel ile Washington arasındaki makas daha da açılıyor. Sözün özü, Trump, Avrupalı dostlarına bu güzelliği yapmayabilir. Bu durumda Washington’un İran konusundaki saldırgan politikası karşısında kendi iktisadi sorunlarıyla boğuşan Avrupa’nın daha ne kadar dayanacağı kestirmek zor. Bugüne kadar ABD-AB krizlerinde edindiğimiz tecrübe bize, Avrupalıların kendi çıkarlarını önceleyerek başta direnmeye karar verdiğini, ancak sonra ardı ardına gelen baskılara bölünmüş bir Avrupa olarak dayanmanın güçlüğü karşısında geri çekildiğini gösteriyor. Zaten bu geri çekilme sinyallerini Avrupa’nın dev şirketleri göndermeye başladı bile. Anlaşılan Avrupalılar dahi Trump’ın hegemonyacı saldırgan politikalarında “bal tutup parmak yalayan” tek aktörün İsrail olabileceğini düşünüyorlar.

AB Trump’un saldırgan politikaları devam ederken, Washington tarafından aldatılma ve yarı yolda bırakılma olasılığı karşısında çeşitli alternatif arıyor. Nitekim, Brüksel bu bağlamda İran ile Euro üzerinden ticari ilişkilerini sürdürüp böylece ABD bankacılık sistemini aşmayı deneyebilir. Bir başka dillendirilen olasılıkta da geçmişte ABD’nin Küba’ya uyguladığı yaptırımlarda olduğu gibi Brüksel’in Havana’ya Birlik tarafından uygulanan yaptırımları kaldırmak suretiyle devam ettiği ilişkilere benzer bir formülün geliştirilmesi. Böylece, Brüksel Avrupalı şirketlerini koruma altına alabilir. Tabii bütün bu olasılıkların gerçekleşmesinde etkili olacak şey küresel piyasa ekonomisinin ABD’nin saldırgan iktisadi politikalarına nasıl yanıt vereceğidir. Bu arada, petrol piyasasını da bir şekilde kendi lehine şekillendirmek/yönlendirmek isteyecek Trump yönetiminin Suudi Arabistan’ı nasıl etkileyeceği ve buna hem Rusya’nın ve hem de İran’ın nasıl cevap vereceği petrol piyasasının geleceği bakımından önemli bir etken olacak. Bu sefer Trump’ın politikalarının yarattığı belirsizlik huzursuz bir belirsizlik. Hem tüketici hem üretici hem de yatırımcı ülkeler için karanlık senaryolar var. Bu senaryolardan kurtulmak için aktörler alternatif stratejiler geliştirecek ve oyunu tekrar kurgulamaya çalışacaklar. Önümüzdeki 90-180 günlük zaman zarfında İran meselesi üzerinden yaşanacak jeo-ekonomik risklerin etkisini ve dolayısıyla P5+1 deki diğer ülkelerin bu risklere nasıl yanıt vereceği kuşkusuz Türk ekonomisini de dolaylı da olsa bir biçimde etkileyecek. Trump’ın müttefiklerine kötü davranma anlayışının da Avrupa’daki sınırlarını bu süre zarfında göreceğiz. Ankara da şimdiden, her olasılığı değerlendirerek, B ve C planları üzerinde çalışıp, maliyeti kısa sürede üzerinden atacağı bir yeni oyuna yönelecektir.

#ABD
#İran
#Nükleer
#Kore
6 yıl önce