|

“Milli çocuk edebiyatı’nın” neresindeyiz?

Merve Akbaş Yerli çocuk kitaplarının sayısı her geçen gün artsa da milli çocuk edebiyatı için aşama kaydettiğimizi söylemek zor. Peki kültürel, yerli veya milli öğelerden beslenen bir çocuk edebiyatına ulaşmak için neler yapmak gerekiyor?

Yeni Şafak ve
04:00 - 11/04/2018 Çarşamba
Güncelleme: 04:58 - 11/04/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
Milli çocuk edebiyatı için aşama kaydettiğimizi söylemek zor
Milli çocuk edebiyatı için aşama kaydettiğimizi söylemek zor

Bugün çoğu kitapçıda çocuklar için ayrılmış özel bir alan görmemiz mümkün. Onlarca yayın bu dükkanlardaki raflarda minik okurlarını bekliyor. Ancak kitapların içeriğine baktığımızda biraz duraksamak gerekli. Evet, gerçekten de çocuk edebiyatına olan ilgi her zamankinden çok daha fazla. Hatta bu alana gösterilen ilginin ‘moda’ olduğunu söylemekte de bir beis yok. Çünkü işin iç yüzü biraz farklı. Öncelikle edebi anlamda doyurucu eserlerin tamamı olmasa da birçoğunun çeviri olduğunu söylemek gerekiyor. Yerli kitaplar daha ziyade okul-ders eksenli, popüler kültürden etkilenen eserler. Bir kısmı ise çizgi film kahramanlarının resimlerinin yer aldığı etkinlik kitapları. Peki milli, kültürel öğelerden beslenen veya gerçekten yerli bir yanı olan çocuk kitapları nerede?

Belki de soruyu daha farklı bir açıdan sormak gerekiyor: Milli değerlerden yola çıkan bir çocuk edebiyatı oluşturmak için gösterilen bir çaba var mı? Bu sorunun cevabı kuşkusuz evet. Ancak elde edilen sonuçlar çok da iç açıcı değil veya kayda değer olanların sayısı bir hayli az. Bunun birden fazla nedeni var. Bir tanesi piyasanın beklentileriyle ilgili. Daha ziyade bilgi odaklı, popüler kültürden beslenen eserlere gösterilen rağbet, sektörü tümüyle bu yöne yönlendiriyor. Yayıncılar ticari anlamda ayakta kalmak için bu kitapları destekliyor. Birçok yazar da yayıncısı tarafından doğrudan bu tür eserleri yazmaya yönlendiriliyor.

KÜLTÜREL AYAĞI YOK

Sorunun çözülebilmesi için bu yöndeki projelerin çoğalması, farklı programlarla bir araya getirilen yazarların, kültürel yanı zayıf olan çocuk edebiyatı için çalışması gerekiyor. Ancak sadece pedagojik ölçütleri bilmek yeterli değil. Bu nedenle iş biraz da edebiyatçılara düşüyor. Çocuk bakışına, ruhuna sahip sanatçıların çocuk kitabı yazmaları, eserlere edebiyat zevki katılması ve kültürel hikayelerin kalıcı biçimde okura sunulması gerekiyor... Mevcut yerli ve yabancı eserlere baktığımızda bunun ne kadar önemli olduğunu anlayabiliriz. Cahit Zarifoğlu’nun Serçe Kuşu, Motorlu Kuşu veya Katıraslanı, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Balina İle Mandalina’sı, Yaşar Kemal’in Filler Sultanı İle Topal Karınca’sı, Ülkü Tamer’in Pullar Savaşı, T.S Eliot’ın masalsı şiirleri, Mustafa Kutlu’nun Yıldız Tozu çocuk edebiyatı içindeki yeri oldukça önemli olan eserlerden.

YOL ALMAMIZ GEREK

Her şeye rağmen bugün çocuk edebiyatının bulunduğu nokta eskiye oranla çok daha iyi olarak görülebilir. Ancak yapılması gerekenleri, eksikleri göz önüne alınca önümüzdeki yolun ne kadar uzun olduğu da ortaya çıkıyor. Konuyla ilgili görüşüne başvurduğumuz önemli isimlerin görüşleri, meseleyi anlamamız için bize kılavuz olabilir. İlk durağımız Mustafa Ruhi Şirin. Şirin, “Kültür ve medeniyete dayalı çocuk edebiyatının çok uzağındayız” derken şunları da belirtiyor: “Bir edebiyat, ait olduğu kültür ve medeniyetin kültürel kimliği, kültürel gerçekliği ve kültürel biçemi’yle millî bir edebiyat olabilir. Modern Türk çocuk edebiyatının en zayıf yönüyse kültürel boyut eksikliğidir.”

Çocuk edebiyatı konusunda uzun süredir çalışmalarını sürdüren Ayşe Sevim ise konuya daha farklı bir noktadan yaklaşıp, çocuk edebiyatı yazarlarının özgür olmadığını, öncelikle bu problemin aşılması gerektiğini söylüyor. Mevlana İdris, “günümüzde tüketim kodlarıyla sisteme entegre olmuş bir toplumda millîliğin ne kadar yerine oturacağı üzerine sorgulamalar yapmamız gerektiği”nin altını çiziyor. Akademisyen ve yayıncı Melike Günyüz de her şeye rağmen yerli çocuk edebiyatının umut vaad ettiğini ancak bu konuda akademik çalışmalar yapılması gerektiğini belirtiyor.


Mustafa Ruhi Şirin: “Kültür ve medeniyete dayalı Çocuk edebiyatının çok uzağındayız”

Mustafa Ruhi Şirin’e göre kültüre ve medeniyete dayalı bir çocuk edebiyatı kurabilmemiz için önce bu yönde yazılacak kitaplar için programlar geliştirilmeli, mevcut Türkçe ve edebiyat öğretimi kökten yenilenmeli.

* Çocuk edebiyatı yayıncılığında artış gözleniyor son yıllarda. Çocuk yayıncılığının gündeme gelmesini nasıl açıklıyorsunuz? Çeviri ve yerli çocuk yayınlarının oranı ve içeriği ne durumda? Çocuk yayınlarının çoğalması çocuğa verilen önemden mi kaynaklanıyor? Yoksa, çocuk yayınları gıda maddeleri gibi kolay erişilebilen ihtiyaç maddesine mi dönüştürüldü?

Her iki sorunun cevabı kadar bu yayınların içerikleri hakkında bilgimizin olup olmadığının daha önemli olduğunu düşünüyorum.

Çocuk yayıncılığı yayıncılık sektörünün en kârlı türü durumuna geldi. Türkiye, dünyadaki baskı teknolojilerini eş zamanlı kullanabilen ülkeler arasında. Geçen yıl ülkemizde 42 milyon çocuk yayını yapılmış. Bu ihtiyacın okuma kültürü ilgisinden kaynaklandığı kanaatinde değilim. On bin beş yüz yeni çocuk kitabı üretilmiş olmasıysa alanın ticari boyutuyla ilgili bir sonuçtur. 1980’li yıllardan itibaren çocuk yayınlarının küresel boyutu dikkate alınmadan çocuk yayınlarının artışı hakkında gerçekçi değerlendirme yapmış olmayız. Bence önemli olan sayılar değil, içeriktir…

ASIL SORUN DAHA DERİNDE

Çocuk yayıncılığı içinde çocuk edebiyatı yayıncılığının oranı yüzde 10’a ulaşamadı henüz. Bu payın içinde yerli çocuk edebiyatıysa yüzde üç bile değil. Çeviri çocuk yayınlarının büyük çoğunluğu popüler çocuk kültürü ve sıcak ürün çocuk yayınlarından oluşuyor. Asıl sorun ise daha derindedir: Çocuk yayıncılığı Batı’lı değerlerin ve çocuk modernleşmesinin en renkli ve etkili küresel enstrümanıdır günümüzde. Çocuk yayıncılığı bu güce popüler çocuk kültürü ve küresel medya sayesinde ulaşmıştır.

* Millî olarak adlandırabileceğimiz bir çocuk edebiyatımız var mı?

Millî kavramını kültür ve medeniyet çemberimize dayalı geleneksel çocuk edebiyatı alanı için kullanırsak, rahatlıkla, Evet, cevabını verebiliriz. Geleneksel edebiyat adını verdiğimiz bu kadim edebiyatımız kültürel kimlik, kültürel gerçeklik ve kültürel biçem’in devamını sağlayarak günümüze kadar ulaşılmış oldu. Bu noktada soracağımız ana soru şu olmalı: “Modern dönem Türk çocuk edebiyatını millî bir çerçeve içinde kabul edebilir miyiz?” Modern çocuk edebiyatımız Türkçe yazılmış olması nedeniyle yerli bir edebiyattır. Bir edebiyat, ait olduğu kültür ve medeniyetin kültürel kimliği, kültürel gerçekliği ve kültürel biçemi’yle millî bir edebiyat olabilir. Modern Türk çocuk edebiyatının en zayıf yönüyse kültürel boyut eksikliğidir.

* Çocuk edebiyatımızın kültürel boyutunun eksik olmasını ve kültürel değerlere yeterince yer verilmemesini nasıl açıklıyorsunuz?

Yazılı çocuk edebiyatımız çeviri etkisinde başlamış bir edebiyattır. Uzun yıllar boyunca çocuk klasikleri yeni kuşakların ortak okuma kitaplarına dönüştü ülkemizde. Emekleme aşamasındaki yazılı çocuk edebiyatımız her dönemin ideolojilk anlayışıyla baskılandı. Bu baskılanmanın sonucu olarak kültürel birikime yaslanarak gelişen bir edebiyata dönüşemedi çocuk edebiyatımız. Çocuk edebiyatının dil imkânı ve kültürel devamlılık boyutunu fark edemeyen toplumlar, çocuklarını medeniyetlerinin en taze sütü olan okul öncesi, çocuk ve ilk gençlik edebiyatından mahrum bırakıyorlar. Türkiye’nin bu acı gerçekle yüzleşmeden millî bir çocuk edebiyatı inşa etmesi boş hayaldir.

* Kültürel birikimden yola çıkarak millî bir çocuk edebiyatı nasıl kurulabilir?

Çocuk edebiyatı iki boyut üzerinden gelişebilir: Bir, geleneksel çocuk edebiyatının çağdaş bir edebiyata dönüştürülmesi için elli yıllık bir program hazırlamak gerekir. Masal, mit, efsane, destan ve halk hikâyeleri tip ve kahramanları esas alınarak yeniden yazılması sanıldığı gibi sıradan bir yazı işi değildir. Geleneksel edebiyatın pedagojik ve estetik kabul ölçütlerine göre yazılarak yeni nesil bir çocuk edebiyatı’nın gerçekleşmesi ise çok iyi düşünülmüş bir programın hayata geçirilmesiyle mümkün olabilir. Bu ise bireysel yazar çabasından önce ülkemiz kültür ve eğitim politikasının da yeniden belirlenmesini gerektirir. İki, modern bir çocuk ve ilk gençlik edebiyatının kurulması için Türkçe ve Edebiyat öğretiminin kökten yenilenmesi ise ön koşuldur. Sözünü ettiğim bu iki boyut kültür-medeniyet birikimine dayanmadan ne yerli ne de millî bir çocuk edebiyatı kurabiliriz.

SANATÇININ “ÇOCUK BAKIŞI” OLMALI

Çağdaş çocuk edebiyatı için kültür -medeniyet temeli yanında yazar-sanatkâr tutumu da önemlidir. Bu edebiyatın başmimarı olan yazar için zorunlu olan ise, çocuk bakışı’dır. Çocuk bakışı olmayan yazarın ‘çocuk gerçekliği’ni kavraması ve ‘çocuğa göre’ bir edebiyat yapması da imkânsız gibidir.

Çocuk edebiyatının pedagojik ve estetik kabul ölçütlerini bilmenin yetmediği bir yazarlık türüdür, çocuk edebiyatı yazarlığı. Çocuk kitabı yazıcılarıyla millî bir çocuk edebiyatının var olamayacağını konuşmaya gerek yok. Çünkü çocuk edebiyatı yazarlığı büyük sanatkârların başarabileceği çok özgün bir yazarlık biçimidir.

* Sizce nereden başlamalı?

Bu soru önemli. Çünkü, çocukla ilgili sorunları çözmek için nereden başlayacağımızı öğrenmemiz gerekecek.

Çocuk edebiyatının bileşenlerinin niteliği ve uyumunu sağlamak için kültür ve eğitim politikasını eş zamanlı belirlemiş olmak gerekir. Türkiye’nin kültür politikasıysa, politikasızlığıdır. Buna karşın devlet sık sık müdahale eder kültür ve eğitim alanına. Bu nedenle ne zihniyet dönüştürücü bir süreç başlayabiliyor ne de kültür ve eğitim yeniden yapılandırılabiliyor.

Kültür Politikası ve Kültür Programı olmadan çocuk edebiyatının bileşenleri üzerinde konuşmak bir sonuca ulaştırmaz bizi. Bu da yetmez, Çocuk Politikası ve Çocuk Kültürü programı da gereklidir. Bu başlıkları yazı kültürüyle ilişkilendirmek yanında, çoklu okuryazarlık ilişkisinin kurulacağı Okuma Kültürü Programı da önemli ve belirleyicidir.

Türkiye’nin çocuk edebiyatıyla ilgili köklü bir atılım yapabilmesi şu adımları atmasına bağlıdır: Üniversite düzeyinde okul öncesi, çocuk ve ilk gençlik edebiyatının temel alan durumuna getirilmesi. Anabilim Dalı ile lisansüstü çalışmalar için Çocuk ve İlk Gençlik Edebiyatı Enstisüsü’nün kurulması. Çocuk edebiyatının yazar, çizer, editör, çeviri ve eleştiri geleneği bu birikimden sonra ortaya çıkabilir. Bu nedenle çocuk edebiyatı yalnızca yazar, çizer ve çocuk edebiyatı yayıncısıyla sınırlı olmayan, eğitim, kültür ve sanat yanında, edebiyat ve çocuk edebiyatı ortamıyla da birebir ilişkilidir. Sözünü ettiğim bileşenlerin kültür ve eğitim ilişkisi kurulamadığı sürece millî bir çocuk edebiyatından söz edemeyiz.


Ayşe Sevim: Çocuk edebiyatı yazarı özgür değil

Tanzimat’tan bu yana çocuk edebiyatında çeviri çok seviliyor. Bu iyidir veya kötüdür diye söylemiyorum. Günümüzde de çeviri kitapların sayısının hayli fazla olduğunu görüyoruz. Yazan kalemlerimiz arttığı için çevirin ağırlığı yokmuş gibi hissediliyor ama maalesef durum böyle değil. Yayıncılarımız eskiye oranla dünya piyasasına daha da hakimler. Hangi ülkede nasıl bir çalışma var, neler okunuyor biliyoruz ve çocuklara da bu sunuluyor. Tam burada bazı sorular sorabiliriz. Çeviriyi neden seviyoruz, kendi değerlerimizle alakalı hikayeler yazabiliyor muyuz ve bu topraklarda büyüyen insanlar çocuklar için neler yazıyor?

Öncelikle şunu belirtmeliyim, çocuk edebiyatı yazarı maalesef özgür değil. Kendisinin yazmak için yeterli kabiliyeti olsa bile, yazdığı eserin yayınlaması ve size ulaşması çok zor. Devletin ve öğretmenlerin önceliği bu noktada çok önemli. Onlarca yıldır sistemin çocuğa vermek istediği şekil burada önemli bir ayrıştırmaya neden oluyor. Bu çocuk neyi okusun ve büyüdüğünde ne olsun sorusu etrafında eğitimciler. Bu 1940’larda başka, şimdi başka bir fikir üstüne olabilir. Ancak mantık aynı. Aynı konularda, farklı yazarlar, neredeyse aynı kitapları yazıyor, yazmak zorunda kalıyor. Bu özgürlüğe aykırı bir şey. Çünkü edebiyatçılar, daha masaya oturmadan bunu yayıncıyla konuşuyor. Yayıncı diyor ki, “şu an bunun yazılması lazım, okullarda bu iyi gider.” Tabi yayıncı da bunu ticari olarak hayatta kalabilmek adına yapıyor. Yetişkin edebiyatında bu kadar keskin çizgiler yok. Zaman zaman bazı öğeler ön plana çıkar ve yazar da bunun üzerine eser verir ama yayıncı baskısı o noktada olmaz.

EDEBİ DEĞERLE İLGİLİ KRİTER YOK

Yazarın özgür olmaması yine de bizim “milli” veya “kültürel” bir şeyler yazmamıza engel değil. Ama edebiyat yapmamıza engel. Böyle bir piyasada da yazar çocuk edebiyatı üzerine sadece ‘edebiyat’ düşüncesiyle yoğunlaşamıyor. Bir yazarın, üstünde bu baskı olmadan ne yazabileceğini, ne kadar iyi eserler verebileceğini bile göremiyoruz. Devletin çocukta görmek istediği bir renk var. Bunun yanında bir de Milli Eğitim’in kendi içinde istediği şeyler var. Okuduğu metinden şu bilgileri alsın, şu yanlışları fark etsin gibi… Ama metnin edebi değeriyle ilgili bir kriter yok. Bu da önemli bir eksiklik. Yayıncılar da bu durumun farkında ve üzülüyorlar da. Ancak hayatta kalmak için bu şartlarda iş üretmeye çalışıyorlar.

YAYINCI KİTABIN SONUNA TEST KOYMAK ZORUNDA

Mesela metnin sonuna test konulması gibi bazı zorunluluklar var. Hiçbir yayıncının bunu isteyerek yaptığını zannetmiyorum. Muhatabları onlardan bunu talep ediyor. Test dediğimiz bir bilginin ancak tek şekilde algılanabileceğini gösteren bir yöntem… Ancak bir sorunun tek bir doğru cevabı olmayabilir. Aslında çocuğa göstermemiz gereken de bu. Biz ise farklı düşünme biçimlerini ortadan kaldırıyoruz. Oysa bu edebiyatın doğal yapısına aykırı. Sırf istenilen her şeyi yerine getirmek için yapılan çalışmalar edebiyat eseri yerine konulabilir mi? Sonuna test konulması için adeta zorunlu bırakılıyor, öğretmenin, müdürün söyledikleri üzerine metinler oluşturuluyor. İnsanlar da ister istemez, bir edebiyat zevki alabilmek için çeviri eserlere yöneliyor. Bunlar da tabi çıtası yüksek, genellikle sadece kendi ülkesinde değil, farklı birçok ülkede fark edilmiş eserler oluyor. Evrensel eserlere bakmak da güzel. Ama burada sıkışmak kötü.

TARIK BİN ZİYAD’I ŞÖVALYE GİBİ ANLATIYORUZ

Kuşak farkı da bir sorun. Bazı yazarlarımız gerçekten şu an ki çocukla arasında bir bağ yok. Onun için kendi kuşağının gerçeklikleri geçerli. Oysa günümüz çocuğunun ilgisini çekmiyor bunlar. Benden genç ve benim yaşımda olan yazarlarımızda olan eksiklik de kendi kültürümüzle ilgili. Çocuk hikayesi yazmak için aslında çok fazla doneye sahip olabiliriz. Evliya menkıbelerinden eski Türk masallarına kadar yürüdüğümüzde, modernize edilerek çok güzel hikayeler yazılabileceğini düşünüyorum. Oysa biz de televizyon nesliyiz. Zihnimiz o yöne doğru çalışıyor. Tarık Bin Ziyad’ı yuvarlak masa şövalyelerinden biri gibi tanımlamak veya çizmek gibi sonuçlar doğuruyor bu da... Çünkü kafamızda oluşan kahraman tipi o. Ben bunu kendi çalışmalarımda da görüyorum. Bazen saray kelimesini kullanmak yerine şato diyorum. Fark ediyorum buradaki yanlışlığı. Veya ben saray yazsam da çizer oraya bir şato çiziyor. Bunlar bilinçaltının yansımaları.

SANATÇI YÜZYILININ FARKINDA OLMALI

Bu sadece çocuk edebiyatıyla da ilgili değil. Yerli filmlerde bile bunu görebiliriz. Çanakkale ile ilgili bir filmde, Hollywood vari bir haykırış duyabiliyorsunuz. Oysa Amerikalı bir kahraman ile Çanakkale savaşındaki bir asker arasında sayısız fark var. Bizim yapmamız gereken gerçekten Çanakkale’ye gidenleri yazmak lazım, Normandiya çıkarmasına gidenleri değil.

Eskiyi aynen alıp koyamayız tabi. Sanatçının kendi yüzyılının farkında olması önemli. Ama beslendiği kaynaklarla yeni ürünler ortaya koymalı. Hiç mi yapmıyoruz? Yapıyoruz tabi. Ama çok da iyi değiliz. Bu dönemin şartları asla unutmadan beslendiği kaynakları tanımak lazım. Ben divan edebiyatıyla Attila İlhan sayesinde tanıştım. Kendisinin şiirlerinin divan şiiriyle alakası yoktur. Ama bana o eserleri okuyarak kendi şiirini oluşturduğunu söylemişti. Kendi değerlerini bilmeden, metinlerini okumadan ‘değerlerimizi ben de artık yazayım” demek iyi sonuçlar vermiyor.

ÇOK AZ KELİMEYLE KONUŞUYORUZ

Yaşadığımız başka bir sıkıntı da dil. Çok az kelimeyle konuşuyoruz. Gönül istiyor ki bir kelime bir sayfada iki defa geçmesin ama çocuk edebiyatında buna neredeyse imkan yok. Çünkü müsade edilmiyor. Editörler hemen “bunu anlamaz çocuklar” diyerek çıkartıyorlar. Çünkü çark dönmek zorunda, bir sistem söz konusu. Bu çarka dayanmaya çalışan yayınevleri de var, çok saygı duyuyorum. Ancak bazıları da, “şu konuda yazın, şöyle yazın, sosyal medyada kendinizi tanıtın, bize müşteriyi siz getirin” diyor.

Nihayetinde bizim kendi kelimelerimize ve hikayelerimize dönmemiz gerekiyor. Asıl dert sanat olmalı. Çocuk edebiyatıyla uğraşan çoğu insan da edebiyat bilmiyor. Bir insan yetişkin için yazabiliyorsa çocuk için de yazmalı. Bazıları sadece çocuk edebiyatı yazıp, sadece çocuk edebiyatı okuyorlar. Oysa bu yazarı öldürür. Yetişkin edebiyatıyla uğraşan kişilerin çocuk edebiyatında daha etkin olması gerektiğini düşünüyorum. Sadece çocuk için yazanların da iyi kitapları var tabi. Ama uluslararası ve yerli edebiyatı bilmek, kalem tutabilmek, kurguyu bilmek ve kendi kültürünü tanımak da önemli... Bunun bir çok aşaması var. Yayıncı için ayrı, okur için ayrı. Ama elene elene iyi bir noktaya da geleceğiz.


Melike Günyüz: Yerli çocuk edebiyatı yükseliyor

Türkiye’de çocuk edebiyatını besleyen damarlardan birisinin çeviri eserler olduğunu biliyoruz. Çocuk kitabı yayıncılığı ile çeviri kitap yayıncılığı bu topraklarda neredeyse eş zamanlı başlamış ve birbirini desteklemiştir. Tanzimat’tan beri çocuklarımız bir yandan çeviri eserler okurken bir yanda da çoğu eğitim politikalarına uygun olarak yazılan/yazdırılan eserlerle büyümüştür. Batı’da ana akım çocuk edebiyatı kritiğine göre şekillenen eserler Türkçeye çevrildikçe yerli yazarlara da ilham vermiştir. Bunun yakın tarihteki en belirgin örneği Harry Potter’la yükselen fantastik çocuk kitaplarıdır. Fantastik edebiyat bütün Dünya yazarlarına etki etmiş ve Türkçe dahil bütün Dünya’da benzer konulu yüzlerce eser yayımlanmıştır.

YAYINCILAR YERLİ YAZARDAN YANA

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren kültürel değerleri öne çıkaran birçok yazarımızı okuduk hepimiz. Bunun belki de en bariz örneği Ömer Seyfettin’in Ferman, Diyet, Forsa, Topuz, Vire gibi kahramanlık hikayeleridir. Üç Nasihat, Kaşağı’da bu bağlamda sayabileceğimiz öyküleridir. Sonraki dönemlerde tarihi olayların gençlere anlatıldığı birçok eser yayımlandı.

Son beş altı yıldır özellikle yerli yazarların kitaplarını yayınlama konusunda yayıncılarımızın daha istekli olduğu görüyoruz. Bunun en önemli sebebi yazarlarla okuru buluşturma programlarının yaygınlaşmasıdır. Değişen müfredat, yayın kongrelerinde alınan kararlar, yayıncılarının ufkunun her geçen genişlemesi, edebiyatın önemine daha fazla vurgu yapılmasını sağladı. Böylelikle çocuk okurla yazarı buluşturarak imza günleri yapmak, ülkenin her tarafında fuarlar düzenlemek, kitap okuma etkinliklerini çeşitlendirmek ve geliştirmek üzerine bir çok çalışmalar yürütüldü. Pazarın genişlemesini sağlayan bu süreç yayın çeşidinin ve kalitesinin artmasında etkin olan unsurlardan birisidir.

ÇOCUK KİTAPLARININ SAYISI YÜKSELİŞTE

Her yıl yeni yayınlanan kitap sayısına baktığımızda çocuk kitaplarının gözle görülür bir artış söz konusudur. 2017 yılında 10 bin 043 yeni çocuk ve ilk gençlik kitabı yayınlanmıştır. Bu rakam 2016 yılında 8 bin 618, 2015 yılında ise 5 bin 406’dır. Yani 2 yıl içinde bu alandaki yayınlanan eserlerin sayısı ikiye katlanmıştır. Bu gerçekten umut veren bir gelişmedir. Yeni yayınların sayısı ile bu sayının içindeki çeviri kitapları karşılaştırdığımızda yayıncılığımızın gelişimine paralel olarak çeviri kitapların sayısında da gözle görülür bir artış olduğunu söyleyebiliriz. 2017 yılı toplam 10 bin 043 adet yeni kitabın 2 bin 319’u çeviri kitaptır. 2016 yılında 8 bin 618 yeni başlığın da bin 736 tanesi çeviri kitaptır. Kabaca her yıl yayınlanan yeni çocuk kitaplarının dörtte bir ya da beşte birinin çeviri kitap olduğunu söyleyebiliriz.

AKADEMİK ÇALIŞMALARA BAŞLAMAMIZ GEREKİYOR

Devletin eğitim ve kültür politikası olarak çocuk edebiyatını destekleme yönünde herhangi bir projesi olduğunu düşünmüyorum. Ülkemizde halen çocuk kitapları, devletin eğitim politikası ile örtüştürülmeye çalışılan bir eğitim aracı olarak görülüyor. Bu elbetteki Dünya’nın diğer ülkelerinde de böyle. Fakat gelişmiş ülkelerde eğitim fakültelerinde de, edebiyat fakültelerinde de konu sadece eğitici içerik bağlamında değil, özellikle dil gelişimi, kavramsallaştırma ve edebiyat kuramları çerçevesinde ele alınmaktadır. Bizim de bu kadar hızlı gelişen alanla ilgili –dilbilim, edebiyat bilim, estetik bağlamında- akademik çalışmalara bir an önce başlamamız gerekiyor. Yayıncılık, editörlük, yazarlık kriterlerinin belirlenmesi gerekiyor. Eleştirel bakış açısının çerçevesini çizmemiz gerekiyor.

ÇOCUK EDEBİYATINDA ETKİLİ BİR ÖDÜL YOK

Ülkemizde her yıl çok değerli sanat ve edebiyat ödülleri verilmektedir. Çocuk edebiyatı bağlamında gerçekten etki alanı olan bir ödül olduğunu ben bilmiyorum. Toplum nezdinde çocuk kitabı yazarlığının değerli bir iş olduğunu göstermeliyiz. Mesela çocuk edebiyatı başlığında metinlerarasılığı hiç tartışmıyoruz. Bu tartışmaları hatta “okuma” eyleminden başlatmalıyız. Ne okutmalıyız, nasıl okutmalıyız, neden okutmalıyız soruları cevap aramalıyız. Eğitimcilerimizde farkındalık oluşturmalıyız. Peki ama bunu nasıl yapacağız?

Başka sorunlarımız da var. Bugünün çocuk okuru yirmi yıl öncenin çocuk okuru değil artık. Bugünün çocuklarının klasik metinlerle olan ilişkisi yeni bir tartışma alanıdır. Bugünün çocuğunun okuma biçimleri tartışma alanıdır. Bugünün çocuğunun görsel algıma biçimi tartışma alanıdır.

Ülkemizin çocuk yayıncılığını uluslararası alanda rekabet gücü bulunmaktadır. Çocuk yayıncılarımız bütün Dünya yayıncılarına telif satabilecek birikime erişmiştir. Bu sadece kültürel bir çalışma alanı değil aynı zamanda bir ihracaat kalemidir. Devletin konuya kültür endüstrisi bağlamında yaklaşmasını, teşvikler ve destekler oluşturmasını bekliyoruz. Zira büyük bir potansiyel var. Bu fırsatı kaçırmamak gerekiyor.


Mevlana İdris: Kültür aceleye ve imalata gelmez

Yayıncılar açısından bir yönüyle çocuk edebiyatı alanı ticari bir alan. Bu da ister istemez şöyle bir şeyi getiriyor galiba; “ Şimdi ne revaçta? Yakın tarih dizileri. Hımm, bunun çocuk versiyonu olamaz mı acaba?”

İşler buradan yürürse karşımıza çıkacak ürünlerin millî olarak adlandırılması ne kadar doğru olabilir, bilmiyorum.

Şimdi Ömer Seyfettin’in bazı hikâyelerine bakınca orada böyle özenli bir kaygı görmek mümkün. Ama günümüzde tüketim kodlarıyla vs sisteme bir tür entegre olmuş bir toplumda millîlik ne kadar yerine oturur, emin değilim.

BİR ÇOCUĞUN ÜZÜNTÜSÜ HİÇBİR ÜLKEDE FARKLI DEĞİL

Bir Türk Edebiyatı’nın millîliği meselesi de koyulabilir masaya.

Ama şöyle bir durum da sözkonusu değil mi: Çocuk edebiyatında millîlik “çocuk doğası”nın öznel durumu nedeniyle apayrı bir tartışmayı içinde barındırır. Yani mesela bir kuşun ölümüne tanık olan çocuğun üzüntüsü Türkiye’de başka, İsviçre’de başka, Japonya’da başka olabilir mi? Çok bilinen bir eser üzerinden soralım: Küçük Prens’in Fransa için içeriğinden yola çıkarak millî bir eser olduğundan söz edebilir miyiz? Yoksa sadece yazarının bir Fransız olduğundan söz edip orada durur muyuz?

MİLLÎLİK VASFINI KAZANMAK

Bir eserdeki temanın ya da üslubun genetik kodları, eserin yazıldığı dilin kökenleriyle ve o dili konuşan milletin şuuraltıyla buluşuyorsa bence millîdir, yoksa her satırında hamasetle mücehhez millî kahramanların cirit atmasıyla millîlik vasfını kazanmaz. Plastik bir nesneyle haşır neşir olursunuz, o kadar.

Aynı şey mimarî ve müzik için de geçerli.

Şablonik, modaya uygun, genel geçer, yapıştırma duygusal kimlik denemeleri geldiği hızla kaybolur. Yani şey; Kültür aceleye ve imalata gelmez.

Dil ve düşüncenin öncelenmediği her tür yaklaşım kısa vadeli ve palyatiftir. Çocuk edebiyatı da bu endişenin dışında konumlanamaz.

#Edebiyat
#Çocuk edebiyatı
#Kültür
6 yıl önce