|

Medeniyetimizin köklerinden yükseldik

7 Ağuston 1978 tarihinde biraraya gelen 14 yazar tarafından kurulan Yazarlar Birliği bugün 40 yaşında. Kurucularından D. Mehmet Doğan, 40 yıllık hikayelerinin çıkış noktasını şöyle anlatıyor: “Yazarlar Birliği kendi medeniyet köklerimiz üzerinde kültürel açılımlar sağlamak ve kalıcı kültür politikaları oluşturulmasına zemin hazırlamak amacıyla yola çıktı ve sürekli faaliyetlere yöneldi.”

Yeni Şafak ve
04:00 - 8/08/2018 Çarşamba
Güncelleme: 04:31 - 8/08/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
Mehmet Doğan, sorularımızı yanıtladı.
Mehmet Doğan, sorularımızı yanıtladı.

Bundan tam 40 yıl önce Ankara’da bir araya gelen 14 yazar tarafından kurulan Yazarlar Birliği’nin dünden bugüne kuruluş hikayesini Yazarlar Birliği’nin Kurucularından ve bugün Şeref Başkanlığını yürüten Mehmet D. Doğan’la konuştuk.

Yazarlar Birliği nasıl bir ortamda kuruldu? Nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?

Edebiyatçıları, yazarları bir kuruluş çatısı altında toplamak fikri 1970’lerin sonunda gerçekten önemli ve o kadar da heyecan verici idi. Türkiye’de 1950’lere kadar devlet destekli dernekler dışında gönüllü kurumlaşmaya imkân tanınmıyor. 1950’den sonra çok sayıda dernek kuruluyor. Siyasi partilerden sonra devlet denetiminde sendikalar ortaya çıkıyor. Ticaret ve sanayi odaları haricinde, barolar, mimar-mühendislik odaları gibi kanunla kurulmuş devlet destekli meslek kuruluşları, tek parti zihniyetinin yarı sivil kıyafetler giyinmesinden başka bir şey olmuyor. Dindar vatandaşlar 1950 sonrasında çok sayıda cami yaptırma derneği kuruyorlar. Bu dernekler binlerce cami yapıyor. Camiler yapılırken, insanların yapılması ihmal ediliyor. 1960 darbesinden sonra bürokratik ideoloji, uluslararası sosyalizm aşısı ile dal budak salıyor, çok sayıda dernek ortaya çıkıyor. “Sivil toplum”un Türkiye’deki rengi belli oluyor. Bu renge boyanmayan, yok hükmünde. Bütün beyaz yakalı meslekler, bu arada yazarlık da tek renklilikle “malûl”… 1980’e yaklaşırken, 1970’lerin boğucu havasını teneffüs eden bir grup yazar, kendi varlıklarını ifade edecek bir yapılaşma için çabalıyordu. Sağ-sol çatışması adı altında her gün birçok memleket evladı katlediliyordu. İnsanlar can güvenliği kaygısı çekerken, beyaz yakalı meslek erbabını temsil edenler, tuttukları tarafın marşını seslendirmekten başka bir şey yapmadılar.

Birlik bizim için önemliydi

Böyle bir ortama tepki olarak mı bir araya geldiniz?

Evet, Yazarlar Birliği, bu durumu kabullenmeyen bir grup yazarın zihninde doğdu önce. Çatışmalar arttıkça sağduyu ortadan kalkıyor, düşünce ve edebiyat tümüyle tarafgirlik sınırlarına çekilmek isteniyordu. Edebiyatın, yazarlığın din dışı/karşıtı bir zemini olduğu, bu zemin dışında güçlü edebiyat yapılamayacağı iddiası kesin hakikat muamelesi görüyordu. Bu zemini paylaşan yazarların “sendika” olarak örgütlenmesi bu alanın tamamen âletleştirilmesi anlamına geliyordu. Şimdi kullanımdan düşen “devrim”e o zaman ramak kalmış gibi bir hava oluşturuluyordu. Ülkenin yazarlarını temsil etmeyen ve etmesi mümkün olmayan “yazar sendikası”nın dışında, geniş zeminli, siyasî veya gayri siyasî görüş farklılıklarını esas almayan bir kuruluşa vücut verilmesi gerekiyordu. O zamanın etkili yazarları, kalem erbabı ile istişareler yapıldı. İlk prensip şuydu: Siyasî-gayri siyasî fikir ve tutumları ne olursa olsun, yazarlar için tek bir çatı oluşturmak! O sıralar âdet olduğu gibi şucu, bucu yazarlar derneği değil, “Yazarlar Birliği” kurulmasında ittifak edildi.

Bu oluşumda önceliğiniz neydi o zaman?

Bir araya gelmek, asgarî müşterekler zemininde konuşmak, tartışmak; gerektiğinde ortak hareket etmek arzusu “yazarlar birliği” kurmak düşüncesine heyecan katıyordu. Asıl mesele görünür gündeme teslim olmamaktı. Siyasi farklılıklar, düşünce ayrılıkları düşünenlerin, yazanların, sanatçıların bir araya gelmesine engel olmamalıydı. Uzun süren hazırlık çalışmaları sonucunda, o dönemin siyasî, fikrî çeşitliliğini yansıttığı kadar yayın organlarını da temsil edecek tarzda bir kurucular listesi oluşturuldu. Sayı daha geniş tutulabilecekken 14’le sınırlandı. Kurucular arasında daha yaşlı ve tecrübeliler olmasına rağmen, yönetimi gençler omuzluyordu. “Kuruluş fotoğrafı” işte bu yönetimi üstleneceklerin bir araya geldiği bir resimdi. Daha önce defalarca konuşmuş, görüşmüş düşünce ve heyecanlarını paylaşmış isimler artık güzel bir başlangıcı ilân etmek için bir arada idi. Bir tüzük oluşturdu, bir “kuruluş beyannamesi” yazıldı ve resmî kuruluş için ilgili makamlara müracaata karar verildi. Belirsiz bir başlangıcın ilk adımları böyle atıldı.


Yazarlar Birliği’nin kurulduğu yetmişli yıllarda sağ sol kesimde kültür sanat adına neler konuşuluyordu, neler gündeme taşınıyordu?

“Cumhuriyetin tek parti dönemi 1970’lerde kültürel anlamda devam ediyordu” desek, çok yanlış olmaz. 1950’den itibaren “sağ” iktidarlar ekonomi ve kalkınma esaslı bir yönetim anlayışını benimsemişlerdi. Buna ülkenin ihtiyacı olmakla birlikte, geniş toplum kesimlerinin oy desteği için de gerekli olduğu kabul ediliyordu. Sağ iktidarlar eğitim ve kültür alanında sistem değiştirici değil, sürdürücü olmayı seçtiler. Cumhuriyet ideolojisi Anayasa, kanunlar ve kurumlar eliyle devam ettiriliyordu. Buna rağmen ideolojik bir gevşeklik de oluşmuştu. 1960 darbesi ideolojik gevşemenin sonunu getirdi. Bu zeminde millî ve dinî muhtevaya sahip kesimler siyasî bir karşıtlığın ötesinde ideolojik bir muhalefeti de omuzlamak zorundaydılar. Destekledikleri siyasî partiler onların işini kolaylaştırıcı bir konumda değildi, buna karşılık tek parti ideolojisi her türlü “sol”u himaye ve vikaye ediyordu. Bu kültürel iktidar solun sağı hiçe sayması şeklinde tezahür ediyordu. Gazeteleri, dergileri, yıllıkları, ödülleri, kurumları. Bu kültürel iktidar dışında varlık gösterebilecek güçlü yazarların olabilme ihtimalini yok sayıyordu. Hele ideolojik çatışmanın sertleştiği bir dönemde ortak zemin oluşturmak imkânsızdı. Kaideyi bozmayacak istisnalar her zaman olabilir elbette. Yazarlar Birliği’nin kuruluşu böyle bir çerçeveden görüldü. Ancak zamanla bazı farklı yaklaşımlar ortaya çıktı. Yazarlar Birliği’nin “Yılın Yazarları Değerlendirmesi”, Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı ve diğer faaliyetleri hiçbir zaman belli bir kesimle sınırlı olmadı. Bütünü gözeten yaklaşımlarımızın son yıllara kadar aynı şekilde karşılık görmediğini belirtelim. Bu arada TYB’nin ödül verdiği bazı “sol” kesime mensup yazarlar bu ödülü alacak cesareti dahi gösteremediler!

Böyle bir birlik kurmak isteyince size destek veren, karşı çıkan ya da mesafeli duran çevreler isimler var mıydı? Yazarlar Birliği olarak nasıl bir yapının içinde doğdunuz? O günlere dönsek neler söylersiniz?

Destek verenler, gönül dostlarımız, kuruluşun ardından ilk üyelerimiz oldular. Bunlar içinde merhum Âkif İnan’ı bilhassa zikretmek isterim. Yazarlar Birliği’ni her zaman önemsedi, ilgisini eksik etmedi. Daha önceki kötü veya başarısız tecrübeleri bilen bazıları “ne olacak bakalım” havasında oldular. Siyasî veya iktisadî güçlü bir destek olmaksızın böyle bir kuruluşu ayakta tutmak, sürdürmek çok da mümkün görülmüyordu. Bu bir hevesti, fantezi idi ve bir süre sonra birçok benzeri gibi bir tabela derneğine dönüşmesi muhtemeldi.

Zamanla Birliğin kuşatıcılığı onları da etkiledi. Tabiî ideolojik kesimini, cemaatini, camiasını önde tutanlar bu zeminde teşkilatlar kurmayı düşündüler, hatta denediler. Fakat Yazarlar Birliği kararlı ve istikrarlı tavrıyla bu dalgaların üstünde kaldı.


Kurucular arasında bugün kimler var? Yayınevleri, dergiler çevresinden kimler katıldı daha sonra? Yaşanan ayrılıklar ve yeni katılan isimler üzerinden 40 yılı nasıl değerlendirirsiniz?

Kurucularımızdan birini kaybettik, Erdem Bey’i, Erdem Bayazıt’ı… O Mavera’yı temsilen kurucular arasında yer aldı. Hasan Kayıhan ve Alper Aksoy Töre dergisi çevresindendi. Yahyaa Akengin Hisar dergisi yönetimindendi. Hüsnü Aktaş Yeni Ölçü dergisini yayınlıyordu. O zamanın aktif gazetelerinden Millî Gazete’den Zeki Ceyhan, Hergün’den Beşir Ayvazoğlu vardı. Bazı kurucularımız yazarlık alanında eskisi kadar etkin değil. Bazıları ciddi değişimler geçirdiler. Kurucuların rolü kuruluştan sonra yönetim kurullarına geçti. TYB yönetimi sürekli değişen, yenilenen yapısıyla temsil gücünü devam ettirdi. Kurucu başkan olarak hayli uzun bir nöbetim oldu. 1996’da RTÜK üyesi seçilince başkanlığı başkan yardımcısı Lütfi Şahsuvaroğlu’na devrettim. Sonraki yıllarda Atilla Maraş, Nazif Öztürk, Yakup Deliömeroğlu, Necmeddin Turinay, Hicabi Kırlangıç, ve İbrahim Ulvi Yavuz genel başkanlık görevini üstlendiler. Şimdi Musa Kâzım Arıcan TYB’nin başkanı. Felsefeci, TYB’nin birikiminin farkında, yeniliğe açık. 1990’larda şubeler kurulmaya başlandı. Şubeleşme konusunda merkezin arzusu değil mahallinden ciddi talepler dikkate alındı. Bugün İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerimizdeki şubelerimiz faaliyetleriyle bulundukları şehirleri aşacak bir konumdalar.


İlk faaliyetinizi Yahya Kemal’in vefatının 20. Yıldönümünde yapıyorsunuz. Yine aynı yıl Mehmet Âkif için bir etkinlik yapıyorsunuz. Çıkış noktanızı o günün şartlarında nasıl tanımlarsınız? Yine kültür sanat faaliyetlerinde 40 yılda izlediğiniz çizgiyi ana hatlarıyla nasıl özetlersiniz?

Ortak isimler, sembolleşmiş şahsiyetler üzerinden topluma ulaşmak görüşünde mutabık kalmıştık. Yahya Kemal’in vefatının 20. Yıldönümü bu yüzden önemliydi. Asıl önemlisi öncü bir karakterin öne çıkarılması idi. Özü sözü bir, eseri kadar şahsiyeti de büyük, aynı zamanda rejimin gadrine uğramış Mehmed Âkif böyle bir değer olarak benimsendi. 1978 yılının 27 aralığında merhum Âkif’in Ankara’da Millî Mücadele sırasında ikamet ettiği Taceddin Dergâhı’nda başlattığımız, bütün gücünü samimiyetinden alan anma, o günden bugüne aksatılmadan sürdürüldü. Mehmed Âkif’e dikkat çekmekle bütün bir yakın tarihe, Müslümanlık geçmişimize ve zengin edebiyat birikimimizi kapsayan bir muhtevaya işaret ediyorduk. Türkiye, 1970’lerden sonra Cumhuriyetin başlangıcında ideolojileştirilen kimlik tanımlamasına karşı daha gerçekçi ve kapsayıcı bir tanımlamaya ihtiyaç duyuyordu. Medeniyet köklerimiz üzerinde yükselmek için buna ihtiyaç vardı. TYB faaliyetlerinin her zaman bunu gözetir mahiyette olduğunu söyleyebiliriz. Mehmed Âkif ve İstiklaâl Marşı vurgusu bunun için önemliydi. 2007’de kabul edilen bir kanunla İstiklâl Marşı’nın kabul edildiği günün milli günlerimiz arasına alınması TYB’nin bu yöndeki mücadelesinin verimlerinden biridir.


Yazar imajı farklıydı

Türkiye Yazarlar Birliği, bu sürede Türkiye’de yazar imajının değişmesine yol açacak bir müessiriyet gösterdi. Kuruluşunda ortaya konulan prensiplere bağlı kalarak siyasî, gayri siyasî grup, hizip, topluluk... ayrımı yapmadan yazarları, kültür ve sanat adamlarını kendi çatısı altında topladı, siyasî otorite ile çatışma veya bağlılık ilişkisine girmeden istikrarlı bir kültürel çevre oluşturmayı hedefledi. Kendi çabalarıyla ulaştığı sonuçları, geniş bir camia ile paylaşmakta samimiyet gösterdi.

TYB, resmî kültür kurumlaşmasının dışında, kendi medeniyet köklerimiz üzerinde kültürel açılımlar sağlamak ve kalıcı kültür politikaları oluşturulmasına zemin hazırlamak amacıyla sürekli faaliyetlere yöneldi. Kültür ve sanat alanında hizmeti geçen değerlerimizin genç kuşaklara tanıtılması, ülke dinamizmini ayakta tutan konuları içine alacak şekilde yılın kültür ve sanat kütüğünü tutulması ve ödüllendirmeler, yurt içinde ve yurt dışında geniş kapsamlı faaliyetler, gerçek anlamda bir kültür zemini oluşturdu. Sonraki yıllarda açık üniversiteye kapı aralayacak tarzda “Yazar Okulu” uygulamaları, Mesnevî ve Safahat ekseninde toplu kitap okuma geleneğini ihya çabaları, Ahlâk Şuraları, Şehir Tarihi Yazarları kongreleri, Tarihî Roman ve Romanda Tarih bilgi şölenleri, yurt içinde ve dışında kültür kervanları düzenlemek gibi pek çok kalıcı faaliyet hayata geçirildi. Böylece kültür hayatımıza kendimize mahsus bir canlılık kazandırıldı.

Yazarlar Birliği olarak dünden bugüne Türkiye’nin siyasî çalkantılı dönemlerine şahit oldunuz. 12 Eylül İhtilalini, 28 Şubat dönemini yaşadınız mesela. Bu sıkıntı dönemler sizin kültür sanat etkinliklerinize, kurumunuza nasıl yansıdı? O günlerden neler anlatırsınız?

Yazarlar Birliği’nin Mehmed Âkif’i öncü bir şahsiyet olarak benimsemesi diyebiliriz ki, bir dönüm noktası oldu. Yazarlar Birliği kurulduktan 2 sene sonra 12 Eylül darbesi oldu. O zaman daha yeni bir kuruluştuk, fazla baskıya mazur kalmadık. Darbeye ve darbecilere destek verici hiçbir eylemimiz, asla olmadı. Dernekler tümden kapatılmıştı, Yazarlar Birliği faaliyetine ilk izin verilen dernekler arasında yer aldı. Küçücük merkez binamızı zaten derneklere yer kiralamaktan kaçınılan bir dönemde, “Birlik Yayınları” adına tutmuştuk. Birlik Yayınları açıktı. Faaliyet serbest olunca Yazarlar Birliği tabelasını astık yeniden. Darbe yönetimi altındaki Türkiye’de Hicret’in 1400.yıl kutlamaları resmen yapılamadı. Yazarlar Birliği, bu şartlarda “Hicrî 15. Asrında İslâm” başlıklı kapsamlı bir toplantı düzenledi. İlk kitabımız bu faaliyetin metinlerinin Türkçe, Arapça ve İngilizce yayınıdır. Darbe sonrası demokrasiye geçiş yönünde tavrımızı ortaya koyduk. Darbe eğilimlerinin karşısında tutumumuz her zaman açık ve netti. 28 Şubat’ta artık “kamu yararına çalışan Türkiye Yazarlar Birliği”, yani 20 yıllık köklü bir kuruluş vardı. Bu dönemde demokratik sistemin işlemesi yönünde tavrımızı sürdürdük. Hatta 28 Şubat döneminde daha önceki dönemlere göre daha fazla faaliyet yaptık. Yazar Okulu’nu bu dönemde kurumlaştırdık, ki öğrencilerinin çoğu üniversiteye devam edemeyen başörtülü kızlardı.


Yazarlar Birliği olarak yayıncılık faaliyetleriniz de oldu. İlk yayınınız o zaman “Hicrî 15. Asrında İslâm” kitabı oluyor. Bu faaliyetlerden de bahsedebilir misiniz? Yazarlar Birliği olarak yayıncılık sektörüne nasıl bir katkı sundunuz?

Evet, ilk kitap yayınımız “Hicrî 15. Asırda İslâm” demiştik. 1984’ten itibaren Türkiye Kültür ve Sanat Yıllıklarını yayınlamaya başladık. Türkiye’nin kültür ve sanat kütüğünü milli kütüphanemize armağan etmeye devam ediyoruz. Türkçenin Uluslararası Şiir Şölenlerinin kitaplarını yayınlıyoruz. Büyük toplantı metinlerini kitap olarak kalıcılaştırıyoruz. Mehmed Âkif Bilgi Şölenleri 9 ciltlik bir külliyat haline geldi. Kuruluş döneminde Birlik Yayınları arasında o zamanın genç yazarlarının kitaplarını yayınladık. TYB’nin yayınları daha çok kurumsal kitaplar. TYB’nin “yılın yazar, fikir adamı ve sanatçıları değerlendirmesi”, yani kısa söylenişi ile Yazarlar Birliği Ödülleri, edebiyat, fikir ve sanat alanında kalıcı tesirler uyandırdı. Birçok şairimiz, yazarımız, gazetecimiz, sinemacımız…ilk ödüllerini TYB’den aldılar. Çok sayıda yazarımız, sanatçımız, ilim adamımız TYB’nin faaliyetlerine fiilen katıldılar. TYB’nin bu alandaki nazım rolü inkâr edilemez önemde.



Yazarlar Birliği olarak sadece Anadolu’da yapılanmadınız ve buralarda etkinlikler yapmadınız. Aynı zamanda yurt dışında da pek çok etkinlik yaptınız. Bu faaliyetler, etkinlikler özellikle Türk edebiyatına ve özelde sağ camiaya neler kattı? Bunlardan biraz bahseder misiniz?

Lâfı çok uzatmadan söyleyelim: Birçok şairimiz, yazarımız Türkiye Yazarlar Birliği’nin faaliyetleri dolayısıyla ilk defa pasaport alıp yurtdışına çıktı. Siyasi sınırlarımızın kültürel sınırlarımıza tekabül etmediğini böylece yakinen gördü.


En son Balkanlara yaptığınız bir gezi var. Bu gezinin Türk edebiyatına katkısı neler oldu, yeni eserler, yeni dostluklar kazandırması açısından değerlendirseniz neler söylersiniz?

Türkiye Yazarlar Birliği’nin kuruluşunun 40. Yılı dolayısıyla düzenlediği “Edirne’den Mostar’a Kültür Kervanı” katılanların zihninde silenmez izler bıraktı. Bugünkü sınırlarımızın dışına, fakat kültürümüzün özüne bir seyahatti bu. Balkanlarda her şeye rağmen muhteşem Osmanlı mirasının parıltı saçmaya devam ettiğini anlatılanların ötesine geçerek görmek, hem de Türkiye’nin seçkin yazarları, edebiyatçıları olarak müşahede etmek, kolay ele geçirilebilir bir şey değil. Gerçekten tekrarı zor bir faaliyetti.

Bu yıl Yazarlar Birliği’nin 40 yılı diye bir sergi açtınız. Dünden bugüne bu fotoğraflara baktığınızda hangi kareler önünde ‘keşke’ hangi kareler önünde ‘iyi ki’ ile başlayan cümleler kurarsınız?

40 yılın soluk resimlerine bakarken hafıza tazelemesi dışında bir şey zihnimden geçmedi. Bu resimler olmasa idi, daha az şeyi hatırlıyor olacaktık. “Keşke resim arşivimize daha fazla önem verseydik” diye hayıflandım!


Protesto mahiyetinde ödül verdiğimiz oldu

Türkiye’de verilen edebiyat ödülleri ne yazık ki uzun soluklu olmaz. Bu konuda ezber bozan bir iş yaptığınızı söyleyebiliriz. Edebiyat ödülleri üzerine neler söylersiniz? Zaman zaman zorlandığınız, ödülü verip pişman olduğunuz, ya da ödül veremediğiniz dönemler oldu mu?

Türkiye Yazarlar Birliği, alışılmış al gülüm-ver gülüm ödüllendirmelerini de, ideolojik hormonlu ödülleri de maziye gömen bir uygulama ortaya koydu. Objektiflik, bütünü gözetme, geniş açılılık ve süreklilik işin özü. Yıl boyu takipten sonra sene sonunda bir ay süren yorucu bir meşgale. Sadece TYB yöneticilerinin değil, işin uzmanlarının, hatta gerçek meraklılarının da söz sahibi olduğu bir değerlendirme yapısı oluşturduk. Mümkün olduğu kadar çok kişiye ulaşarak, mümkün olduğu kadar fazla yayını, çalışmayı işin içine katarak değerlendirme yapılıyor. Tartışa tartışa, eleye eleye sonuca ulaşılıyor. Ödül vermekte zorlanıldığı zamanlar oluyor elbette. Çok değerli eserler ortaya çıkıyor. Hepsi ödüllük bile olsa, birini seçmek zorunda kalınıyor. Tesellimiz şu: Bir dahaki sefere onlara ödül veririz! Bazı ahvalde, protesto mahiyetinde ödül vermediğimiz dallar da oldu elbette.


Yazarlar Birliği olarak kapınızı kültür sanata meraklı gençlere her zaman açtınız. Şunu merak ediyorum: henüz lise ve üniversite yıllarında sizin faaliyetlerinize katılıp bugün kültür sanat camiasına kazandırdığınız yazar ve kültür adamı olarak kimler var?

“Yazarlar Birliği’ni gençler kurdu” desek, yanlış olmaz. Yavuz Bülent Bakiler 1936 doğumlu idi, Erdem Bayazıt 1939. Diğer bütün kurucular 1940 sonrası ve 1950’li yıllarda doğmuş. İlk yönetim kurulu 30’lu yaşlarda…Sonraki yıllarda da yönetim kurulumuzda her zaman gençler oldu. Şu anda da yönetim ekseriyeti gençlerden oluşuyor. Tecrübeli başkanlarımız, yöneticilerimiz mevcut başkanlara, yönetim kurullarına destek veriyor. Bu diğer kuruluşlarda başarılamayan bir süreklilik sağlıyor. Faaliyetlerde gençlere mutlaka fırsat veriliyor, hatta öncelik tanınıyor. Genel merkezde ve bazı şubelerde Genç TYB oluşumları var. Ankara’da TYB genel merkezinin alt kat girişinde “Genç Kahve” tamamen gençlerin yönettiği bir kültür merkezi. Şimdi “ünlü yazar” konumunda olan birçok şairimiz, hikâyecimiz, romancımız ilk ödüllerini yıllarca önce TYB’den aldılar. Bunların bir kısmı ilk eserleriyle ödüllendirildi hem de. Yazar Okulu’na devam eden kitap sahibi hayli yazarımız var. İsim saymaktan imtina etmemin sebebi bazılarının sehven unutulmasından korkmam. Belki şöyle sorulabilir: Ülkemizde yolu bir şekilde TYB’den geçmeyen yazar var mı?

#Yeni Şafak
#Pazar Eki
#Yazar
6 yıl önce