|

Kutlu ilmihal

Türk edebiyatının usta hikayecisi Mustafa Kutlu, 2018'e İlmihal Yahut Arzuhal isimli deneme kitabıyla giriş yaptı. Bu ilmihalde ne var? Elbette Kutlu var. Ben varım, sen varsın; hayatın içinde ne varsa o var. Yanısıra kitap, abdest, namaz, oruç, zekat, hac, gusül, ezan, cami, cuma, ahlak, vicdan, tevbe, şükür, kanaat, nasip, niyet, haya, tevekkül, rahmet ve merhamet var. Ekmeği bölüşmek var.

Yeni Şafak ve
04:00 - 10/03/2018 Cumartesi
Güncelleme: 04:38 - 10/03/2018 Cumartesi
Yeni Şafak
​Türk edebiyatının usta hikayecisi Mustafa Kutlu
FOTOĞRAF: SEDAT ÖZKÖMEÇ
​Türk edebiyatının usta hikayecisi Mustafa Kutlu FOTOĞRAF: SEDAT ÖZKÖMEÇ

Sanırım Şubat’ın 9’uydu, sipariş ettiğim kitapları almak için Cağaloğlu’ndaki Ana Kitabevi’ne gitmiştim. Orada Mustafa Kutlu (Ağabey) ile karşılaştık. Kucaklaştık, hasbihal ettik. “Yeni bir kitap var Hakkı Baba, ilmihal yazdım” dedi, “Okumadan geçemeyeceksin!” Bu karşılaşmadan on bir gün sonra, “İlmihal çıktı” dediler; koştum kitabevine.

Kutlu’nun kitaplarını hep güz mevsimi beklemişimdir. Her güz bir Kutlu kitabı olmazsa olmaz. Deneme kitaplarını da genelde yaza bekleriz. Bu sefer İlmihal’iyle kışın ortasında katıldı aramıza. Kutlu’nun ‘Yahut’lu üçüncü kitabı bu. Bunlardan biri hikaye diğer ikisi ise deneme.

ZARF DA MAZRUF DA GÜZEL

İlmihal Yahut Arzuhal’de 49 deneme yer alıyor. Bunların arasında en uzunu 6 sayfa ile ‘Hac’ başlıklı metin, en kısası ise 2 sayfa ile ‘Ahlak Dersi.’ Diğerleri 3-4 sayfa. Ne çok uzun, ne de kısa. Her yönüyle itinayla hazırlanmış bir kitap. Zarf da mazruf da güzel. Şu tek tük tashihler de olmasa.

“Kutlu İlmihal”le ilgili söylenebilecek her şeyi, kitaba ‘Bir İki Söz’ başlığıyla bir takdim yazan İsmail Kara (Ağabey) özetleyerek söylemiş. Kara, ‘ilmihal nedir’i açıklayan bir girişten sonra şöyle devam ediyor: “Mustafa Kutlu’nun İlmihali’nde (ki yıllar önce ilk metinler ortaya çıktığında ona birlikte Kutlu İlmihal adını vermiştik) yüksek bir hissiyatın eşlik ettiği bu hikmetli anlatım edebin ve edebiyatın, sanatın imkânlarıyla yeni bir biçime ve üsluba kavuşuyor, terütaze yeni bir ilmihal türüne kanatlanıyor. Yazar metinlerin neredeyse tamamında aslında kendi tecrübelerini, müşahedelerini, içten duyduklarını, tazarru (yalvarma-yakarma) ve niyazlarını, ızdıraplarını, zevk ve acılarını, ümit ve korkularını, rüya ve hayallerini anlatıyor. Bir dua gibi, bir rahmet seli gibi hikâye ediyor. Merhamet, hürmet, hizmet sütunları üzerine yükselen bir ahlâk dünyası, bir insanlık meşheri (sergisi) kuruyor.


Fakat o satırlar arasında sadece samimi, hisli ve mümin bir kalp yok, sesini ve nefesini karşı tarafa efsunlu bir şekilde duyuran, okuyucuya aktaran ve hemen çoşkun karşılıklar bulan bir kalem ve el de var.”

Bu ilmihalde ne var? Elbette Kutlu var. Ben varım, sen varsın; hayatın içinde ne varsa o var. Hayaller, pişmanlıklar, arayışlar, yalnızlıklar, hasretler, gözyaşı, hüzün, yakarış, dua, yaratılmış herşey var. Muhabbet ve aşk var. Yanısıra kitap, abdest, namaz, oruç, zekat, hac, gusül, ezan, cami, cuma, ahlak, vicdan, tevbe, şükür, kanaat, nasip, niyet, haya, tevekkül, rahmet ve merhamet var. Ekmeği bölüşmek var.

Kutlu, İlmihal Yahut Arzuhal’de ele aldığı dini ve ahlaki konuları edebi bir üslupla hem okuyucuya hissettirip, duyururken hem de onu düşünmeye sevkediyor ve yer yer açıklamalarda bulunuyor: “Meseleyi fıkhen değil, ruhen tefsir etmek istediğimi anlamışsınızdır.... Bir din bilgini değilim sadece dini hayatın yaşanırken ruha verdiği sıkıntı veya ferahlığa işaret etmek istiyorum.” (s. 41.)

En ziyade kendisiyle hesaplaşan Kutlu, kitabında kendini olduğu kadar devrini de sorguluyor; siyasetin, cemaatin, mahallenin tahlilini yapıyor: “Bilhassa 1980 yılından sonra ülkede estirilen hava insanımızı maneviyattan uzaklaştırdı. Bu dönemde sürdürülen politikalar ahlâkın önüne parayı koydu.” (s. 62.) Mukayese ediyor, sistemi eleştiriyor, ‘haz ve hız’ çağını sorgulamayı elden bırakmıyor: “Yaşadığımız çağ, (Ahir zaman) bizi bizden koparmak için türlü desiseler ile tıka-basa dolmuştur. Ferdin ihtiyacı âdeta elinden alınmış, insanlık bir sürüye dönüşmüştür. Seçimlerimiz, adımlarımız, ihtiyaçlarımız, duygularımız, düşüncelerimiz, zevklerimiz, yaşam tarzımız başkaları tarafından, sistem tarafından tanzim edilerek bize dayatılmıştır.” (s.108.)

“....... kapitalizmin kara yumruğu ensemize biner. Vitrinler, neonlar, kreasyonlar üzerimize çullanır. Tezgahların, bilgisayarların, terazilerin, kasaların başına geçeriz. Bankalar ve sigorta şirketleri, faktoringler ve leasingler sırıtır. Biraz kredi alırız, biraz faiz ve biraz da kâr payı. Çek imzalar, senet yazarız... Her yanımız kuşatılmıştır. (s.118.) Peki ya çare, çıkış? İşte çıkış: “Belki de tam teslim bayrağını çekecek iken ikindi ezanı patlar.” (s.118.)

DURUM NE KADAR KÖTÜ İSE UMUT DA O KADAR KUVVETLİDİR

‘Kanaat’ başlıklı metinde, Robenson’u menfaatini kovalayan pis bir burjuva olarak niteleyen yazar, “Ağaçları ben kesmiyorum, kuşları öldürmüyor, denizleri kirletmiyorum. Sizin o şişinip durduğunuz modern teknoloji, kurduğu sistem (ideoloji teknolojiyi-teknoloji ideolojiyi besliyor), o sistemin kanlı dişlileri arasında öğütülüp duruyor bu güzelim tabiat, bu masum çocuklar, gökyüzü ve bulutlar.... Hız ve hazzın peşinden koşanlar “ne kadar tüketiyorsak o kadar mutluyuz palavrasına kanmış durumda. Dünyayı bu ideoloji yönetiyor.... Adalet bu yüzden tecelli etmiyor.” (s. 84-87.) diyor ve tükenmez bir hazine olan ‘kanaat’e işaret ediyor. Okuyucuda oluşabilecek ‘ne yapmalı’ sualinin cevabı belki de ‘Bir Şey Yap’ başlıklı metinde. Okuyucuyu harekete davet ediyor ve şöyle bitiriyor Kutlu: “-Bir şey yap, barış olsun. İnsanlar kin ve nefretten uzaklaşsın. Bombalar patlamasın, çocuklar ölmesin.

-Ohooo, bana neredeyse dünyayı düzelt diyorsun...

-Öyle.. Hadi bir şey yap..” (s. 55.)

Kutlu hikayeleri için hep söylenir ya, “Bir solukta okuduk” diye. Bu sefer bir solukta değil, sindire sindire okuduk. Notlar aldık, ezberler yaptık. Kimi dertlendik, kimi ağladık. Duanın, sükutun, gözyaşının, açlığın ve tokluğun, varlığın ve yokluğun, bölüşmenin kıymetini anladık. Değil mi ki, durum ne kadar kötü ise umut da o kadar kuvvetlidir. Bu ilmihali herkese tavsiye edelim, büyük-küçük herkese ve yazımızı Kutlu’nun duası ile bitirelim:

“... Ey gözlerin görmediği, zanların karışmadığı, anlatanların anlatamadığı, hadiselerin değiştiremediği, dağların ağırlığını, yağmurun ve yaprakların sayısını bilen; kendisinden hiçbir zerrenin gizlenemediği ulu Allah!.. Ömrümün sonunu hayreyle. En sevinçli günüm sana kavuşacağım gün olsun.” (s. 173.)

#Mustafa Kutlu
#İlmihal Yahut Arzuhal
6 yıl önce