|

Kardeşim dalgın, yanık ve yalnızdı

Yedi Güzel Adam’ın naif şairi Alaeddin Özdenören’i kaybetmemizin üzerinden 15 yıl geçti. Özdenören, hayatı boyunca şiirle hemhal oldu. Yaşamı sanatını doğrudan etkiledi. Özdenören’in ikizi Rasim Özdenören, kardeşi için “O, her zaman dalgın, yalnız, mustarip ve yanık bir insandı. ” diyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 11/07/2018 Çarşamba
Güncelleme: 05:51 - 11/07/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
Alaeddin Özdenören
Alaeddin Özdenören

Alaeddin Özdenören’in vefatı üzerinden 15 yıl geçti. Şair, 2003 yıllında aramızdan ayrılmıştı. İkiz kardeşi Rasim Özdenören, onu en yakından tanıyan isim. Özdenören ölümünün 15. yılında bir şair, kardeş ve arkadaş olarak Alaeddin Özdenören’i anlattı.

Alaeddin Özdenören’i anlatmanızı istesek, nereden başlarsınız?

Alaeddin’i en iyi merhum Ramazan Dikmen’in şu mısraları anlatıyor: “Yine dalgın. / Yine baştan ayağa ızdırap./ Yine delikanlı./ Yine rind./ Yine yanık bir şair olarak./ Alaeddin ağabey.” O, her zaman dalgın, yalnız, mustarip ve yanık bir insandı. Yalnızlık, bir bakıma içe gömülmüş olmayı tazammun eder. Alaeddin’de bu öylesine belirgindi ki, âdeta zuhurunun şiddetinden gaipti diyebilirim.

Siz bu durumu ikiz kardeşi olarak fark ediyor muydunuz?

Fiziki, elle tutulur bir acıydı bu. Onun, bana göre dışa dönük oluşu, yalnızlığını haleldar etmiyor.

Başka bir yanıyla da hareketli biri aslında. Güreş gibi sporlara da ilgi duyuyor...

O, evet, gözünü daldan budaktan esirgemeyen biriydi. Güreşti. Bir ara boksa merak sardı. Yumruk yumruğa kavgalara girişti. Üstüne vazife olmadan başkalarının menfaatini gözetme uğruna kendi menfaatini çöpe attı. Bir arkadaş canlısı olarak her kalıba girdi. Arkadaş uğruna kendini helâk etmekten çekinmedi.

Çocukluğunuzdan bu yana ikiniz hep farklı mıydınız?

O, çocukluğundan bu yana, benim gibi olmadı. Benim, doğaya her daim mesafeli duruşuma karşılık, o, doğayı hep sevdi ve yaşadı. Ben, hiçbir zaman ağaca tırmanmaktan hazzetmedim. O ise ağaca tırmanırdı. Tırmandığı ağacın dalından kendini yere atardı. Çocukluğumuzun altın çağının geçtiği Malatya’da Kayalık Deresi’nde yüzmeyi öğrenmeye başladığımız sırada, daha doğru dürüst yüzmeyi bilmezken, o, yüksekçe bir kayanın tepesinden, öteki çocuklarla birlikte, suya balıklama atlardı. Futbol oynadı, bense futboldan hep nefret ettim. Ayakkabısını çabucak eskitirdi, çünkü önüne gelen taşı top sanır, taşlara vura vura yoluna devam ederdi. Ceketini, paltosunu oyun alanında unuttuğu olurdu, bundan da beni sorumlu tutardı. Cep harçlığını kaşla göz arasında harcayıp bitirirdi.

Kavgalara karışmışlığı da var galiba...

Eve kavga etmiş olarak döndüğü çoktur. Üstü başı kan revan içinde, ceketi pantolonu yırtılmış gelirdi. Arkadaşının sapladığı paslı bıçaktan tetanos olduğunda ölümden kıl payı döndü. Daha on iki yaşındaydı. Arkadaşlıklarını çabucak peyda ederdi. Benimse arkadaşlıklarım ağır ağır ilerler, fakat köklü olurdu.

İkinizde okumaya meraklı insanlar olarak büyümüşsünüz. Bu yönelimlerinizde farklar var mıydı?

Birlikte okuduğumuz kitapları bir solukta bitirirdi, bense yavaş yavaş ve sindire sindire okumak isterdim. Kitabını, defterini ikiye katlayıp cebine sokabilirdi; bu, benim asla tevessül etmediğim bir kitap kullanma biçimidir. Ben kitabın kaldığım yerine bir ayraç koyardım; o, kaldığı yerin sayfasını büküp kitabı kapatırdı.

Alaeddin Bey, hayata erken atılan biri, değil mi?

Hayata erken atıldı, daha lise sondayken vekil öğretmenlikle memurluk serüvenini başlattı. Şiirin ne olduğu üzerine fikri yokkenden başlayarak şiir yazıyordu. Belki bir arayış içindeydi. Ama aradığı neydi, bilemem. Menziline, maksuduna ulaşmış mıydı, onu da bilemem. Ama ona düşen aramaktı, bunu söyleyebilirim. Aramakla bulunmaz ama ancak arayan bulur: kadim fehva...Kimse kendi yalnızlığını aramaz. Ve yalnızlık aramakla bulunmaz. Yalnızlığın içine düşülür, o kadar. Arayış sürecinde başkasının alay konusu olmak işten bile değildir. Leyla’sı neydi, kimdi, bilemem...

Acı bir kazada oğlu Kerem’i kaybetmesi onu hayli etkilemiş. Bu şiirine de yansıyor...

Alaeddin, bir Leyla’sını oğlu Kerem’de yaşamaya çalıştı. Ama Allah, Kerem’i, katına, biz kulların hesabınca erken aldı. Böylece, Alaeddin, yırtıcı bir evlat acısı yaşadı. Acı ve yalnızlık: Bu iki onmaz, yırtıcı, yaralı ve yaralayıcı duygunun sığınak yeri insan kalbidir. Allah’ın mekân tutabildiği tek geniş, en geniş yer...


BALIKESİR ONUN İÇİN UZLET KÖŞESİ

Sen kalk, Ankara’dan Balıkesir’e git. Niçin? Buna görünür sebep bulmak kolaydır. Bu sebepleri bulup ben de başkalarına anlatıyorum, aktarıyorum. İş aklîleştirmeye gelince hepimiz ustayız... Ama Allah aşkına buradaki irrasyonellik nasıl görünmez? Balıkesir, elbette, mübarek bir topraktır, amenna. Ama orası bizim baba ocağımız mı? Ana ocağımız mı? Orası, şimdi, Alaeddin’in uzlet köşesi olarak anlam üstlenmiştir. O, orada, bir kez daha ve son kez olarak yalnızlığını denemiştir. Balıkesir’in yüzlerce yıllık koskoca Başçeşme mezarlığında, Alaeddin için bulduğumuz, bulabildiğimiz yer, iki mezar arasında daracık bir yer olmuştu. Hüseyin Su ile Cemal Şakar, uzun arayışlardan sonra orayı belirlemişse, bu da bir hikmete mebni olmalıdır. Çünkü onun yalnızlığının orada sürmesi de mukadderdi. Orada şimdi, somutlaşmış bir yalnızlık mekânı ziyaret edilebilir. Mezarı yapıldığında, taşının üzerine, Alaüddevle’nin armağanı olan adı yazıldı: Alaeddin! Yalnızlığın ve acının alevli simgesi olarak…

CAHİT SALDIRIR, ERDEM DESTANSI SÖYLEM BULUR
Alaeddin Özdenören’in şiirinin gelişimini en yakından takip eden kişi sizdiniz. Onun şiiri nasıl gelişti, yol aldı?

Alaeddin’in şiiri, başka her şairde olduğu gibi, kendi çıktığı dönemin temel ırasından izler taşır. Onun şiiri İkinci Yeni’nin en civcivli döneminde oluşmaya başladı. İkinci Yeni şiirinin neşvünema bulduğu sırada, bu şiir üzerine yapılan tartışmaların ana konusu “anlam” üzerineydi. Çoğu eleştirmeci bu şiiri anlamdan yoksun bulduğu için eleştiriyor ve bu şiiri saçma olarak nitelendiriyordu. Cahit’in şiirinin anlam üzerine korkusuzca saldırdığını görürüz. Onun tam tersi bir yerde duran Akif’in (İnan) şiiri ise, biçim olarak beyit düzenine dayalı ve anlamlı bütünler oluşturma çabasıyla temayüz etmiştir. Erdem’in (Bayazıt) şiiri daha da farklı bir düzlemde oluşur; onun şiiri, sürekli vurgulanan ünlemleriyle, kendine destansı söylemin içinde bir yer bulmaya çalışır.

ŞİİRİ KAPALI KUTUDUR

Alaeddin’in şiiri ise, her mısrası kendi içinde açık ve anlaşılır bir imgeyi dile getiriyor görünmesine rağmen, şiirin bütününe bakıldığında, kapalı bir kutu olarak çıkar karşımıza. Açık ve anlaşılır gibi görünen tek tek mısralara rağmen, şiirin bütününden, bizi tek bir anlama yönlendirebilecek bir ipucu bulmakta zorlanırız. Bu nedenle her bir şiirinin farklı yorumlara açık bırakıldığı söylenebilir. Şiirlerin hepsine sirayet etmiş bir hüzün tonu başat özelliklerinden biridir. Yıkık ve kırık bir kalbin çığlığını, sızlanışını, acısını, isyanını, yakarışını nerdeyse her bir şiir tekinde gözlemleyebiliyoruz. Neşe edasına hiç rastlanmıyor. Şiirler, tümüyle bir hüzün iniltisi gibi yükseliyor. Baştan sona, bir hüznü terennüm ediyor. Bu söyleyiş, şiirlere içli bir lirizm katıyor. Şiirin konusu, izleği her ne olursa olsun, hüzün tonu hepsinin üstünde bir üslûp gibi ve bir üslûp olarak yer alıyor. Şiirinin bu özelliği, yani bir hüznü terennüm etmek üzere söylenmiş olması, tahkiyeye yer bırakmıyor. Cahit Zarifoğlu’nun çoğu şiirinde tahkiye bir çıkış ve söyleyiş yolunu açarken, Alaeddin’in şiirinde tahkiye hiç yoktur diyebiliriz.

Kerem’e Ağıt şiiriyle başlayan bir değişim de söz konusu oluyor...

Kereme Ağıt şiiriyle başlayıp devam eden on yedi parça şiir ağıt içerikli bir tarzda terennüm ediliyor. Her ne kadar izlekleri örneklemeye çalıştımsa da, bu örnekleri kategorik olarak algılamak isabetli olmaz. Biz, asal karakteri vermeyi denedik; aynı şiirin içinde başka izleklere yer verildiğini gözlemlemek de mümkündür. Biçim bakımından, şiirlerde zengin bir aliterasyon kullanıldığını, iç sese önem ve özen gösterildiğini görüyoruz. Halk şiiri edası, çoğu şiirde yeni söyleyiş biçimiyle mezcedilmiştir. Şiirlerin tahkiyeye yer vermemesi onun hem “nehir şiir” yazmasını önlemiş, hem de bu şiirlerin sınırlı sayıda kalmasını sonuçlanmıştır. Şiirlerin topluca okunmasından geriye, zihinlerde, içli, buruk, acımsı bir tat kalıyor. Bu açıdan bakıldığın, şiirlerin tümü, tek bir hüzün destanıymış gibi de görülebilir ve öyle de okunabilir.

Açılı/yorum eşine az rastlanır bir kitap

“Açılı/yorum” adını taşıyan deneme kitabının arka kapağındaki tanıtım yazısında şunlar söyleniyor: “Bir edebî metnin sayısız tekliflerinden biri de düşünceler, hayaller, hatıralarla süslenmiş bir ‘yolculuk’tur. Okur olarak hepimiz bazen metnin bizi götürdüğü yerlere doğru; bazen de metindeki küçük bir işaret vesilesiyle kendi imkânlarımızın bize sunduğu tamamen şahsi güzergâhlara doğru yol alırız. Açılı/yorum bu bağlamda bir okur-yazar olarak Alaeddin Özdenören’in edebî metinlerin kapısından içeri girerek çıktığı yolculuklardan metnin ufuklarına açılarak ulaştığı yorumlardan oluşuyor. Bu yazılar kimi zaman bir şiirin içinden geçilerek olabildiğince şaşırtıcı menzillere ulaşırken, kimi zaman da bir romanı didik didik eden bir çözümlemeye dönüşüyor. Bu yönüyle Açılı/yorum Türk edebiyatında eşine az rastlanabilecek keyifli bir okuma yolculuğu teklif ediyor okuyucuya…” Bu yazılar, bir şiiri kendine hareket noktası kabul ederek ve o şiiri de aşarak elde edilmiş izlenimlerin dile getirilmesidir. Ancak dile getirilen izlenimler, hareket noktası ittihaz edilen şiiri aşıyor. Yazıların kendisi başlı başına bir şiir tadına ulaşıyor. Bu yazılarda kullanılan bilgi birikimi, itiraf edeyim ki, beni şaşkınlığa düşürmüştür. Burada bir özellik öne çıkıyor, o da, bu yazılarda kullanılan öyküleme tekniğidir.

HEMİNGWAY’İ SEVERDİ

Alaeddin’in Hemingway’i sevdiğini biliyorum. Son hastalığında bile, hastanedeki yatağının başucunda onun bazı romanları vardı. Ama onun anlatım tarzını Faulkner’la mukayese etmek daha isabetli olur kanısındayım. Aslında, o da değil. Alaeddin’in Açılı/yorum’da kullandığı öykü dili, Türkçede yalnızca ona mahsus, yalnızca ona ait bir dil... Bu kitabında olsun Unutulmuşluklar adını taşıyan deneme kitabında olsun kullandığı üsluba bakarak onun öyküleme dehasının kullanılmadan bırakılmış olduğunu şimdi esefle görüyorum. Bu kitaplardaki metinlerin Türkçenin en nadide ürünleri olduğunu iddia ediyorum. Bazı yazılar vardır, bir kez okumayla bitirilir, biterler. Bazıları da vardır, okundukça çoğalır. Bu kitaplardaki yazılar okundukça çoğalıyor. Ve insanı yazmaya kışkırtıyor. Benim gözde yazarlarım, beni yazmaya kışkırtanlardır. Alaeddin de artık o gözdelerimin arasında yerini almış bulunuyor. Okumaktan usanmadığım, usandırmayan; bilakis yeni okumaların önünü açan yazarlarımın arasında o da müstesna bir yer tutuyor…

#Alaeddin Özdenören’
#Yedi Güzel Adam
6 yıl önce