|

‘İstanbul hâlâ şiirle yaşayan bir şehir’

Son kitabı “Kuşlar ve Zaman” Dergâh Yayınları tarafından neşredilen Hüsrev Hatemi, İstanbul’un şiire ilham veren bir şehir olduğunu, ancak bunun kıymetini bilmezsek İstanbul’da günlerin kuşlar gibi uçmayacağını söylüyor: “Günler yağ akıtan kamyonlar gibi gelip gidecek, fakat ruhumuzun karayollarını yağla kirletecek.”

Yeni Şafak
23:44 - 12/07/2017 Çarşamba
Güncelleme: 23:47 - 9/08/2017 Çarşamba
Yeni Şafak
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi

Prof. Dr. Hüsrev Hatemi ile son kitabı “Kuşlar ve Zaman”dan yola çıkarak çocukluğundaki hayvanları, İstanbul-şiir ilişkisini ve Türk edebiyatında zaman konusunun ele alışını konuştuk.

Kitabınızın adından başlamak istiyorum: “Kuşlar ve Zaman”. İlk gördüğümde aklıma derhal Aziz Mahmud Hüdâî Hazretleri’nin meşhur mısraları geldi:

“Günler gelip geçmekteler

Kuşlar gibi uçmaktalar”

 Siz de bu mısraları kitabınıza epigraf yapmışsınız. Bu mısraların sizdeki yansımaları nedir?

Zamanın geçiciliği insanlık tarihinde çoğunlukla “uçuşa”benzetilir. Rüzgâr, Farsçada rûzigâr telaffuzuyla zaman anlamındadır. Şirazlı Hâfız bir şiirinde “yâd bâd an rûzigâran yâd bâd” der, yani “anılsın o zamanlar anılsın”. Zaman soyut olarak düşündüğünde yel anlamında rüzgâra benzer. Fakat bizim yaşadığımız günler, yani geçmiş zamanlar değil bizim yaşayıp uğurladığımız günler o kadar soyut değildir. İçinde kendi mutluluk ve çileler, sevilen veya sevilmeyen insan yüzleri vardır. Bu sebeple zaman yeline kendi anılarının bedenini giydiren Hazret-i Hüdâî, günleri bedenle birleştirmiş ve kuş gibi görmüştür.

AÇLIKTAN BAYILAN İNSANLAR OLURDU

 Artık modern şehrin insanları olarak kendimizden başka şeylere bakmaya vaktimiz yok. Ancak kitapta sizin şehirde beraberce yaşadığımız, ancak çoğunun varlığından dahi haberdar olmadığımız hayvanlardan bahsediyorsunuz. Siz de bu dikkat nasıl teşekkül etti? Çocukluk ve ilk gençlik çağlarınızda hayvanlarla (özellikle kuşlarla) ilişkiniz nasıldı?


Ben ve ikiz birader Hüseyin ev hayvanı bulunmayan bir apartman dairesinde doğduk. 3-4 yaşındayken Feriköy’de 15 metrekarelik bir bahçesi olan iki katlı bir eve taşındık. Babam bundan yararlanarak kendi eliyle bahçeye bir kümes yaptı. 1944’te 6 yaşındayken ilk yakından tanıdığımız ev hayvanları tavuk, horoz ve civcivler oldu. Bitişik komşumuz Milli Eğitim müfettişi rahmetli Nuri İmece’nin oğlu Altan Ağabey bizim sokağa sığınmış olan uzun kıvırcık siyah tüylü bir köpek olan Bobi ile yakından ilgilenirdi. Ara sıra mahalle kasabından kemik parçaları temin ederek Bobi’nin önüne koyardı. 2. Dünya Savaşı yıllarıydı: Sokaklarda açlıktan bayılıp uzananlar olur, evlerden biraz ıspanak, biraz kuru fasulye koşturulurdu. Yani Bobi naz ve nimet içinde geçinmiyor, bazen melankolik bir yüzle bir köşede düşüncelere dalıyordu. Bir gün ben ve birader Bobi’nin, Altan Ağabey’den gelmiş kemiği dişleriyle kırmasını merak ve sevgiyle seyrederken tepeden bir karakuş inip kemiği kapmasıyla havalanması bir oldu. Süratle havalanan çaylak ardından göğe bakan iki erkek çocuk, bir siyah köpek ve 50 m öteden “Allah kahretsin” diye bağırarak Bobi’yi teselli etmeğe koşan 12 yaşlarında Altan Ağabey… Ortaya bir Mecidi filmi sahnesi çıkmıştı. Bobi ne sebepten hatırlamıyorum, savaşın bittiğini göremeden öldü. Onun halefi, bizim sokakta oturan bir Rum ailenin ev köpeği Linda oldu. Fakat Linda evde yaşadığı için onunla konuşup dertleşemiyorduk. Kısa bir müddet sonra yeni bir sokak köpeği Medor, mesken olarak bizim sokağı seçti ve keyfimiz yerine geldi. Medor sanıyorum ki, 1948’de sokağımızı seçti, ancak o da 1953’te görünmez oldu. Çeşitli uyaranlar ve zaman harcayacak eğlence araçları olmayan eski günlerde, insanların ve özellikle çocukların hayal güçlerini kullanmaya daha çok vakitleri olurdu. Çocuk kitaplarında da hayvanlar düşünen ve plan yapan, insandan neredeyse farksız canlılar gibi anlatılırdı. Kuşları vuran, kedi tekmeleyenler maalesef yine vardı. Fakat genellikle hayvanlara günümüze göre biraz daha empati, sevgi ve koruyucu duygularla bakılırdı.

İSTANBUL HALA
İLHAM VEREN BİR ŞEHİR

 Kitapta “İstanbul, Benim Şehrim” bölümünde şehrin şiirsel yönlerinden bahsetmişsiniz. Sizce İstanbul, bu haliyle, halen daha şairlere ilham verebilecek bir şehir mi?

Evet çok şükür hâlâ İstanbul şiirle yaşayan ve şiir ilham eden bir şehir. Bunun kıymetini bilmeyerek gerekli önlemleri almazsak, İstanbul’da günler kuşlar gibi uçmayacak. Günler yağ akıtan kamyonlar gibi gelip gidecek, fakat ruhumuzun karayollarını yağla kirletecek.

 Türk edebiyatında “zaman şairi” unvanını Necip Fazıl’a veriyorsunuz. Sizce “zaman”, Necip Fazıl’ı neden bu kadar meşgul etmiş olabilir?

Zaman, Allah için yekpâre ve Allah’ın izni süresince var olacak bir yaratık. Bizim için ise monoblok, yani yekpâre değil. Olaylar arasındaki sürelerle farkına varıyoruz. Çünkü ölümlülerin zamanı böyledir, yekpâre zaman Allah’ın tasarrufundadır. Şairler de ölümlü olduklarından dolayı yekpâre zaman onları avutmaz. Türk edebiyatında Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı gibi isimleri diğer şairlerin önünde görüyorum. Tabii ki sadece 20. yüzyıl boyunca.

 Şiir ve yazılarınızda çok zengin bir referanslar dünyası var. Bir okur olarak Hüsrev Hatemi’ye basılı kitabın geleceğini sormak istiyorum. Sizce matbu kitap dijital kitaba yenilecek mi?

Kur’ân’da “kalem” ve suhuf (sahifeler)” kelimeleri geçtiğine göre basılı kitabın kaybolmayacağını ümit ediyorum. Dijital kaydın aşılamaz derecede mükemmel olanı ise Allah’ın “Levh-i Mahfuz”una mahsustur.

Bilgisayarla aranız nasıl?

Daktilo veya bilgisayar başına geçmek, şiirde ilham perisini kaçırıyor. Fakat düzyazıda böyle bir sakınca yok. Beş yıldan beri şiir dışında ben de bilgisayarda yazılarımı yazıyorum.

HALİL SOLAK
#İstanbul
#Hüsrev Hatemi
#Kuşlar ve Zaman
7 yıl önce