|

İran’ın yumuşak karnı: Ahvaz

İran’ın yanlış dış politika yönelimlerine rağmen tehdit algılamalarının gerçekçi olduğu söylenebilir, ancak ülke sınırları dışında ön hatlar kurarak, savaşı toprakları dışında yürütme stratejisinin başarılı olmadığı görülmektedir. Zira bu strateji bölgesel gerilimi arttırmakta ve karşı ülkelerin İran’a muhalif unsurları tüm güçleriyle desteklemesine zemin hazırlamaktadır.

Haber Merkezi
04:00 - 30/09/2018 Pazar
Güncelleme: 04:29 - 30/09/2018 Pazar
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Dr. İsmail SARI / İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) Dış Politika Koord.

Steven David, ‘çok yönlü denge’ teorisinde dış tehditler kadar iç tehditlerin de devletlerin dış politika yapım süreçlerinde etkili olduğunu ve devletlerin hem içeriyi hem dışarıyı gözeten çok yönlü bir dengeleme takip ettiklerini savunur. Bu açıdan İran gibi ülkeler, dış tehditler ile iç tehditler arasındaki bağlantıyı da gözeten çok yönlü bir dengeleme takip etmek durumundadır. Zira 22 Eylül Cumartesi günü Ahvaz’da gerçekleşen silahlı saldırı bir kez daha göstermiştir ki İran, etnik temelli terör örgütlerinin içerde yarattığı güvenlik sorunlarıyla karşı karşıyadır. Terör listesinde ise, Huzistan’da Ahvaz merkezli Hareketü’n-Nidal, Sistan-Belucistan merkezli Ceyşü’l-Adl, Kuzeybatı İran merkezli PKK’nın uzantısı Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK) ve İran Kürdistanı Demokrat Partisi (İKDP) yer almaktadır.

HUZİSTAN’DA ETNİK GERİLİM

Tarihsel süreçte Huzistan’da Arap etnik azınlığı temsil iddiasını taşıyan pek çok silahlı grubun ortaya çıktığı görülmektedir. Bunların arasında en etkin olanı ise 22 Eylül’de Ahvaz’daki terör saldırısını üstlenen Hareketü’l-Nidal (el-Ahvaz Hareketi) örgütüdür. 2005 yılından bu yana İran’ın Huzistan eyaletinde silahlı saldırılarda bulunan örgüt, aynı yıl İran İstihbarat Bakanlığına göre devlet tesisleri, halka açık yerler ve petrol tesislerine en az 13 bombalı eylem gerçekleştirmiştir. 2012 yılında Huzistan eyaletindeki enerji tesislerine 9 bombalı saldırı gerçekleştirdikleri gerekçesiyle birçok örgüt üyesi göz altına alınmıştır. Çoğunluğu Araplardan oluşan Huzistan eyaletinin İran’dan ayrılması için mücadele veren örgüt son yıllarda Tunus ve Kuveyt de dahil birçok Arap ülkesinde toplantılar düzenlemiştir. Tunus’taki toplantıda, “uluslararası hukuk çerçevesinde kendi kaderini tayin hakkını desteklemek”, “örgütün davasının Arap ülkelerindeki ders kitaplarında yer almasını sağlamak” ve “Arap Ligi ile diğer Arap kurumlarında El-Ahvaz temsilcilerinin bulunması” yönünde kararlar alınmıştır. Örgütün kurucusu olarak bilinen Ahmet Mevlana Ebu Nahız (Ahmed Nissi) ise 8 Kasım 2017’de Hollanda’nın Lahey kentinde evinin önünde suikaste uğramıştır. Bu suikastın, İran istihbaratı tarafından yapıldığına dair iddialar söz konusudur. Zira son dönemde ABD ve bazı Körfez ülkeleri ile ciddi gerginlikler yaşayan İran, ülkesindeki Kürt ve Arap etnik terör örgütlerindeki hareketliliği lider kadrolarına yönelik operasyonlarla yavaşlatmak istiyor olabilir.


KARŞI DENGE KURMA ÇABASI

Devrim Muhafızları Ordusu Sözcüsü Ramazan Şerif saldırının El-Ahvaziye adlı Arap ayrılıkçı örgüt tarafından düzenlendiğini açıklarken söz konusu örgütün Suudi Arabistan tarafından desteklendiğini de iddia etmiştir. İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ise, düzenlenen saldırıdan ABD ve terörün bölgesel destekçilerinin sorumlu olduğunu belirtirken, Suudi Arabistan’ın işaret edildiğine dair yorumlar yapılmıştır. İran’ın, ülkesindeki Arap etnik azınlığa akraba devletler (kin state) ile olan sorunlu ilişkileri, bu etnik grubu manipülasyona daha açık hale getirmektedir. Zira bazı muhafazakâr Arap rejimlerinin İran’ın bölgesel nüfuzundan duydukları kaygıları açıkça ifade etmeleri ve kendi ülkelerindeki Şiî azınlıkları bir tehdit unsuru olarak görmeleri, İran’a yönelik bir karşı-denge kurma ihtiyacını hissettirmektedir. Bu durumda da İran gibi ev sahibi ülkede (home state) yaşayan akraba etnikleri kullanmak daha işlevsel hale gelmektedir. İran’ın bazı durumlarda ülke menfaatleri için Şii jeopolitiğini harekete geçirdiği gibi bu muhafazakâr Arap rejimleri de İran’daki etnik hinterlantlarını kullanmaya çalışmaktadırlar. İran’da etnik azınlıkların yaşadığı siyasi, kültürel ve toplumsal haklara yönelik sorunlar ise bu politikaları kolaylaştırıcı bir zemin oluşturmaktadır.

Muhafazakâr Arap rejimlerinin çoğu İran’ın Bahreyn, Kuveyt ve Suudi Arabistan gibi ülkelerdeki Şiî nüfus üzerindeki kışkırtıcı etkisinden çekinmektedirler. Bölgesel boyutta ise Sünni-Şiî çatışması adı altında İran ile Suudi Arabistan arasında derinleşen jeopolitik yarış ve rekabet söz konusudur. Ayrıca, Arap devletlerinin sıklıkla dile getirdiği ‘İran tehdidi’ argümanı ABD’nin Körfez’deki çıkarlarına yönelik tehdidini hatırlatarak ondan daha çok destek almak amacını da taşımaktadır. Sünni olan muhafazakâr Arap rejimler, Arap Baharı ile birlikte bir kez daha yükselen Şiî etkisine karşı kendilerini ‘rafizi Şiîler’e karşı “gerçek” İslam’ın savunucuları olarak nitelemişlerdir. Hatta Şiî karşıtlığı, Vahabi Suudi Arabistan’ın, bölgesel rakibi İran’ın etkisinin sınırlanması politikasıyla örtüşmüş ve Suudi Arabistan, Şiî tehdidini bertaraf etmek için İran’ın batısında Irak üzerinden Sünni bir blok kurulmasını, İran’ın doğusunda ise Şiîlikle mücadele edecek Selefi hareketleri her zaman desteklemiştir. Tahran ve Riyad arasındaki gerilim, etnik (Fars-Arap) ve mezhebî (Şiî-Vahhâbî) farklılıklarla birlikte jeopolitik bir mücadeleyi de ifade etmektedir. Bu anlamda birbirlerini din-içi ötekileştiren her iki devlet de bu mücadelede dini araçsallaştırarak ulusal çıkara dayalı pragmatist dış politika izlemektedir.

REJİME YÖNELİK ARTAN ELEŞTİRİLER

Tüm bu iç ve dış tehditlerle birlikte ülkedeki farklı mezhep ve etnik temelli kimlikleri ideolojik söylem ve devrimci bir dalga ile bir arada tutmaya gayret eden Tahran yönetimi kendisine yönelik uluslararası tehdit ve gerginlikleri iç siyasal kimlik oluşumunda etkin bir unsur olarak kullanmayı devrimin ilk yıllarında başarabilmiştir. Ancak son dönemlerde rejimin başarısının tartışılır hale gelmesi, ülke içindeki ekonomik ve sosyal sorunlar, etnik azınlıklar üzerindeki kısıtlayıcı baskılar, İran için artık bu durumu farklı bir boyuta taşımıştır. Sadece etnik azınlıklar değil çoğunluğu oluşturan Farslar dahi ülkenin gidişatından memnun değildir.

Ayrıca, geçen sene haziran ayında DEAŞ’ın üstlendiği meclise ve Humeyni’nin anıt mezarına eş zamanlı terör saldırısının da gösterdiği gibi İran’a yönelik iç tehditler sadece etnik temelli değildir. Katar krizinin olduğu döneme rast gelen bu saldırılar İran’a karşı olan güçlerin içerde harekete geçirebilecekleri farklı alternatifleri olduğunu da göstermektedir. Önceki saldırıların arkasında Suudi Arabistan ve ABD’nin olduğunu iddia eden İranlı yetkililer iç tehditlerle dış tehditler arasındaki bağlantı olduğu mesajını her zaman vermişlerdir. Ancak, güvenlik stratejilerine yönelik öz eleştiri yapmamışlardır. İran’ın yanlış dış politika yönelimlerine rağmen tehdit algılamalarının gerçekçi olduğu söylenebilir, ancak ülke sınırları dışında ön hatlar kurarak, savaşı toprakları dışında yürütme stratejisinin başarılı olmadığı görülmektedir. Zira bu strateji bölgesel gerilimi arttırmakta ve karşı ülkelerin İran’a muhalif unsurları tüm güçleriyle desteklemesine zemin hazırlamaktadır. Sonuç olarak ABD baskısının arttığı bölgesel kutuplaşmanın yaşandığı bu dönemde İran’ın yeni bir güvenlik stratejisine ve bölge perspektifine ihtiyacı olduğu kesindir. Bu açıdan aslında İran’ın hem içeriye hem dışarıya yönelik çok yönlü bir değişime ihtiyacı vardır.

#İran
#Ahvaz
5 yıl önce