|

İran yaptırımlarının Transatlantik boyutu

AB-ABD hattında kırılma noktalarından biri olarak kabul edilebilecek ABD’nin İran Nükleer Anlaşması’ndan çekilme kararı bir yandan Transatlantik bağları müttefiklik anlamında zedelemekte diğer yandan AB’nin ticari ve ekonomik çıkarlarına zarar vermektedir. Daha geniş bir perspektifte ise; küresel düzene yönelik ‘çok taraflılık’ ilkesinin ‘tek taraflılık’ yönüne doğru çekilmesinin bir ibaresi olarak okunabilmektedir.

Yeni Şafak
04:00 - 19/11/2018 Pazartesi
Güncelleme: 03:03 - 19/11/2018 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
SİBEL KARABEL - BİLGESAM

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump’ın, 8 Mayıs 2018 tarihinde kısaca İran Nükleer Anlaşması olarak adlandırılan Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA)’ndan çekileceği açıklamasının gerek küresel ve bölgesel gerek kısa ve uzun vadeli yansımaları gözlemlenmektedir. Trump’ın selefi Obama’nın kurumsal ve çok taraflı diplomasisinin öncülüğü ile P5+1 (Almanya) ülkelerinin İran ile üzerinde mutabakat vardığı anlaşma, uzun müzakereler sonucu elde edilen kazanımların bir ürünüdür. Bu nedenledir ki, Trump’ın anlaşmadan geri çekilmesinin uluslararası hukuk, diplomasi, silahsızlanma, enerji piyasaları ve Transatlantik ilişkilerini de doğrudan etkilemesi gibi bölgesel-küresel dinamikler açısından etki alanı bulunmaktadır.

Donald Trump, İran Nükleer Anlaşması’nı “tek taraflı ve ABD’nin gerçekleştirdiği en kötü anlaşma” olarak nitelendirmiş ve 13 Ekim 2017 tarihinde açıkladığı ABD’nin yeni İran stratejisinde anlaşmada gördüğü “bozuklukları” tarif etmiştir. Benzer şekilde, 12 Mayıs 2018 tarihinde Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın raporu doğrultusunda son kez yaptırım uzatma kararı veren Trump; Avrupa’ya mühlet vererek anlaşmanın bozuk olan yönlerini düzeltmelerini aksi takdirde ABD’nin anlaşmadan çekileceğini ifade etmiştir. Bu noktada, Trump 12 Ocak 2018 tarihinde ABD Kongresi’ne ve AB’ye 120 günlük ek süre verdiğini ve bunun düzeltmeler için son şans olduğunu belirtmiştir. Bu süreçten itibaren anlaşmaya taraf Avrupa ülkeleri yoğun bir diplomatik hareketliliğe girmiştir. Nihayetinde, Trump 10 kez muafiyet uzatması onayı verdiği İran Nükleer Anlaşması’ndan 8 Mayıs 2018 tarihinde çekileceğini açıklamıştır.

İKİ AYAKLI YAPTIRIMLAR

Bu doğrultuda yaptırımlar iki aşamalı olarak uygulamaya geçmiştir:

Birinci aşamada 7 Ağustos 2018’de başlatılan; İran’ın ABD Doları’na yönelik alımları, altın ve değerli metal ticareti, ticari yolcu uçaklarına yönelik kısıtlamalar. Bunlar İran ile iş yapan Avrupalı şirketlere de uygulanacaktır.

İkinci aşamada; 4 Kasım 2018’de uygulanmaya başlanan; İran’ın enerji, finans ve sigortacılık, gemicilik ve liman sektörleri ile ilgili olan yaptırımlardır.

Donald Trump’ın ABD’nin İran Nükleer Anlaşması’ndan çekileceği beyanının, hukuki olarak hem ABD iç hukukunu hem de uluslararası hukuku ilgilendiren boyutları bulunmaktadır. Öncelikle anlaşmanın ABD iç hukuku açısından ‘bağlayıcı olmadığı’ politik bir anlamı bulunduğunun altını çizmek gerekir. Dolayısıyla Nükleer Anlaşma ile hukuki tutuma yönelik, Obama döneminde başlatılan sürecin Trump döneminde de devam ettirildiği gözlemlenmektedir.

ABD VE AB ARASINDAKİ İHTİLAF NOKTALARI

Trump’ın daha 13 Ekim 2017’deki ABD’nin İran stratejisini açıklaması öncesi 11 Ekim 2017 tarihinde; Almanya, Fransa ve İngiltere ortak bir deklarasyonla anlaşmaya sadık kalacaklarını ve odak noktasının nükleersizleştirme kapsamında kalması gerektiğini belirtmiştir. 8 Mayıs 2018’deki çekilme kararı sonrası ise; Avrupa kanadından gelen ilk tepki ‘İran’ın anlaşma şartlarına uyduğu müddetçe ortak güvenlik için önemli olan İran Nükleer Anlaşması’na bağlılıklarını taahhüt ettikleri’ yönünde açıklama olmuştur.

Bu noktada, anlaşmanın yürürlüğe girme ve müzakere süreçlerinde yoğun diplomatik çabalar gösteren AB ülkelerinin aynı çabayı Trump’ı anlaşmada kalma yönünde ikna etme çerçevesinde yürüttüğü söylenebilir. Ancak her iki tarafın da anlaşmanın gerek hukuki tabanı gerek kapsamı noktalarında birbirinde farklılıklar bulunmaktadır. Benzer şekilde, Trump’ın AB’ye anlaşmanın aykırılıklarını düzeltme yönündeki talebinde kullandığı üslup Transatlantik ilişkilerindeki müttefiklik boyutuna önemli ölçüde zarar getirecek niteliktedir.

HUKUKSAL YORUMDA AYRIŞMA

Öncelikle ABD ve AB arasında anlaşmanın hukuksal yorumuna ilişkin bir ayrışma söz konusudur. Yukarıda bahsedildiği üzere ABD anlaşmayı resmi bağlayıcılığı olmayan siyasi bir anlaşma olarak yorumladığından çekilme kararını Kongre oylamasını gerektiren bir sürece dayandırmaktadır. Uluslararası hukuk açısından da BMGK kararının içerik olarak tavsiye niteliğinde olduğu görüşü benimsenmektedir.

Öte yandan AB, ABD’den farklı olarak anlaşmayı uluslararası hukuk zemininde farklı değerlendirmektedir. Hatta AB Dış İlişkiler Şefi Mogherini “Anlaşmaya mutabıkız…Kim uymazsa BMGK kararlarını ihlal etmiş olur” açıklamasında bulunmuştur. Bu minvalde, BM Şartı’nın 25. Maddesi’ne istinaden hukuki bağlayıcılığı olduğu ileri sürülmektedir. Aslen ilgili BMGK kararının hem karar hem de tavsiye niteliği taşıdığı da hukuki çevrelerce öne sürülen bir argümandır.

ANLAŞMANIN YORUMUNDA FARKLILIK

İran Nükleer Anlaşması ile ilgili bir diğer ihtilaf noktası da; anlaşmanın içeriğine yönelik yorum farkıdır. Trump’ın özellikle vurguladığı hususlar olan İran’ın Orta Doğu’daki istikrarsızlığa ilişkin eylemleri ve balistik füze denemeleri; Avrupa kanadında anlaşmanın nükleer ile ilişkilendirilmesi yönünde karşılık bulmaktadır.

Daha net bir deyişle ABD, anlaşmaya İran’ın Suriye, Irak ve Yemen’deki çatışmalardaki rolü, balistik füze programı, İran’ın terör örgütlerine desteği, İsrail karşıtı söylemleri ve ABD ve İsrail’e karşı siber atakları gibi unsurları katmak istemektedir. Buna karşılık AB, nükleer dışı konuların anlaşma kapsamından ayrı tutulmasını savunmaktadır. Avrupa kanadında bu görüşün temeli; anlaşmanın önsözünde İran’ın nükleer silah kapasitesinin geliştirilmesini engelleyecek madde bulunduğu ve bunun güçlendirilerek İran’ın uyumunun sağlanmasıdır. Yanısıra, AB insan hakları ihlalleri gibi hususlarda yaptırımları ayrı bir kanattan uygulamaya devam etmektedir. Dahası anlaşmanın başında bölgesel ve uluslararası barış ve güvenliğe olumlu katkıları olacağı beklentisi görüşü Avrupa tarafından kabul görmektedir.

Burada, anlaşma ve İran ile ilişkilerde AB ve ABD’nin tutum farklılıkları büyük ölçüde AB’nin ticari beklentileri ve ABD tarafından uygulanacak olan ve AB şirketlerini de doğrudan etkileyecek olan ikincil yaptırımlar ile eşleştirilebilir. Nitekim AB, İran’daki ekonomik yatırımları ön planda tutmakta ve anlaşmaya eklenebilecek farklı alanları ayrıştırmaktadır.

AB-ABD hattında kırılma noktalarından biri olarak kabul edilebilecek ABD’nin İran Nükleer Anlaşması’ndan çekilme kararı bir yandan Transatlantik bağları müttefiklik anlamında zedelemekte diğer yandan AB’nin ticari ve ekonomik çıkarlarına zarar vermektedir. Daha geniş bir perspektifte ise; küresel düzene yönelik ‘çok taraflılık’ ilkesinin ‘tek taraflılık’ yönüne doğru çekilmesinin bir ibaresi olarak okunabilmektedir.

#ABD
#İran
5 yıl önce