|

Hikâyeye çekiliş

Ali Işık’ın “Beni Hikayeden Çıkart” kitabı günlük hayatımızda karşımıza çıkan insanların hikayesini anlatıyor. Işık, günlük telaşede gözümüzden kaçan ayrıntıları kendi kahramanlarının gözüyle yeniden bize gösteriyor.

Yeni Şafak
16:38 - 9/08/2017 Çarşamba
Güncelleme: 16:40 - 9/08/2017 Çarşamba
Yeni Şafak
Beni Hikâyeden Çıkart
Beni Hikâyeden Çıkart

- Arda Arel

Ali Işık’ın ikinci öykü kitabı Beni Hikâyeden Çıkart, geçtiğimiz mart ayında Şule Yayınları’ndan çıktı. Kitap, neredeyse her biri bir diğerine bağlı on öyküden oluşuyor. Kitapta, dervişane karakterler, unutulmaya yüz tutmuş meslekler ve hepsinden önemlisi anlatılacak hikâyeler var. Beni Hikâyeden Çıkart, kendi içinde muazzam bir bütünlük oluşturmasına rağmen kitaptaki her öyküyü sırayla değerlendirmekte fayda görüyorum. Çünkü Işık’ın, türlü deneyselliklerle ve yer yer değiştirdiği üslubuyla her öyküye ayrı ayrı emek verdiği kolaylıkla anlaşılıyor.


İÇİMİZDEN BİRİSİ

Kitabın ilk öyküsü Şiraze, bir cilt ustasının hikâyesini anlatıyor. Biraz önce bahsettiğim dervişane karakterlerin ilkiyle henüz -bismillah- kitaba başlar başlamaz karşılaşıyoruz. Bahsettiğim cilt ustasının bizzat kendisi… Öyküde iyi-kötü belirgin şekilde ayrılmış. Ali Işık, okura peşin peşin söylüyor; bakın benim doğrularım, inandığım değerler bunlar… İlk öyküde, -sonrasında neredeyse her öyküde hissedeceğimiz- eskiye özlemi buram buram soluyoruz. Bunun yanında modern zaman ve kapital dünya eleştirisi de pekâlâ göze çarpıyor.

İkinci öykü Kırık Kemik Uçları, saat ustasının öyküsü. İlk öyküye benzer özelliklere sahip. Gerek üslup gerek içerik açısından… Sadece bu sefer değişen zaman ve dönüşen insanlar baba-oğul mefhumu üzerinden ele alınmış. İkinci öyküdeki beni şaşırtan, beklemediğim şey ise, ilk öyküye yapılan çok açık göndermenin olması. Tam olarak bir devam öyküsü söz konusu değil ancak ilk öyküdeki cilt ustası bu öyküde de saat ustası tarafından saygı ile anılmakta. Beni heyecanlandıran bu bağ, sonraki öykülerde de kendini gösteriyor ve nihayetinde önümüze bir resim sunuyor.

“Nasıl bir yerdi anlatamam, diyor Kemal Bey ciltevi için. Anadolu’da Hacdan dönenlerin o toprakları bıkmadan anlattığı gibi Kemal Bey de bize ciltçiyi anlatırdı. Büyük şehirlerdeki yaramaz insan figürlerine karşı ciltçinin muhabbethânesi umudumuzu arttırırdı.”

Yine de ilk iki öykünün diğer öykülerine nazaran Ali Işık için vasat sayılabileceği kanaatindeyim. Birkaç klişe denebilecek mesele dışında okura yeni bir şey sunmuyor. Fakat Işık’ın üçüncü öyküsü -kitaba ismini de veren- Beni Hikâyeden Çıkart, kitaba birden seviye atlatıyor. Öykü, bir öğretmenin hikâyesi… Öğretmenin bir öğrencisinden altığı kitap ile öğretmen ve öğrenci rolünün değiştiğine tanık oluyoruz. İlk başta öğrencisinden aldığı kitaba karşı umursamaz bir tavır takınan öğretmen kitabı okudukça hikâyeye çekiliyor. Öykünün henüz başındaki betimlemeler, okuru atmosfere hızla sokarken; Işık, okura beklenilenin aksinde kısmen psikolojik ve kişiyi kendi içinde çelişkilere sürükleyen bir öykü sunuyor. Kült metinlere göndermelerle beslenen öykü, kenti ve insanı iç içe sokuyor. Bazı kitaplar tek bir öykü için bile alınabilir diyenlerdenseniz; işte bu öykü, o öykü.

FOTOĞRAF ÇEKMEK RAFA KALDIRMAKTIR

Üçüncü öykü ile birlikte kitapta artık yavaş yavaş gözümüze çarpan post-modern numaraları ve deneysel üslubu dördüncü öyküde daha belirgin şekilde görüyoruz. Dördüncü öykü olan Kabuk’ta Ali Işık, bir fotoğraf sanatçısının merceğinden bize öyküyü anlatıyor ve fotoğraf sanatçısı deklanşöre her bastığında okur olarak çektiği fotoğrafı belleğimize işliyoruz. Bu bakımdan Kabuk öyküsünün kitaptaki en keyifli öykü girişine sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Dervişane karakter bu öyküde de mevcut. Beylik laflarıyla Sadık Bey’e selam ederim, biz onu sevdik.

“Fotoğraf çekmek rafa kaldırmaktır, diyor Sadık Bey, şımarık bir çocuğa konuşur gibi. Sana sunulan resmi hatırına almamak, uzattığı kolları kırmaktır.”

Beşinci öykü Şahika’nın kanatları, duygu yüklü bir öykü. Şair ve oymacı; sanat ve zanaat yine bu öyküde de iç içe ele alınıyor. Mevzu bahis bir şair olur da İsmet Özel atlanır mı? Ali Işık atlamamış, geçerken selam çakmış. Ve yine öyküde gözümüze çarpan geçmişe duyulan özlem…

“Oydukça önüne Şahika’nın kanatlarına benzeyen bukleli yongalar dökülüyordu. Şahika’nın saçları içinde küçük toz tanecikleri oynaşan kalın bir ışık dilimine karışıncaya dek sürdürdü işini. Sonra Şahika’nın biriken kanatlarını köşeye küredi.”

YOZLAŞAN DEĞERLER

Kitabın altıncı öyküsü Poster. Poster için üçüncü tekil şahsın öyküsü diyebiliriz. Çünkü ana karakter muazzam bir gözlemci. Öykü, bir mekân öyküsü olarak başlıyor ve Kabuk öyküsündeki kırılma anına konuk oluyor. Kabuk öyküsünün dervişane karakteri Sadık Bey bir kez daha ilham perisi hırkasını giymiş… Bu sefer bir fotoğraf sanatçısına değil ancak hikâyeciye nasip oluyor Sadık Bey’i tanımak… Ve ilk defa okurun aklında bir soru işareti beliriveriyor; acaba Sadık Bey’i bir kez daha görecek miyiz?

Kitaptaki yedinci öykü Suflörün Sesi, isminden de anlaşılacağı üzerine öykü, sesler üzerine. Çok başarılı karakter seçimlerinin yanı sıra öykü kendini keyifle okutan öykülerden. Salinger ve Sait Faik göndermeli bu öyküde göze çarpıyor. Özellikle ses üzerine çalışılmış bir öyküde Sait Faik’in Hişt öyküsüne -belki de edebiyatımızın bir ses üzerine yazılmış en başarılı öyküsüdür- gönderme yapılması fevkalade ve yerli yerinde.

Sekizinci öykü Okçular Tepesi… Nihayet Sadık Bey’e bu öyküde de kavuşuyoruz ve Sadık Bey’in “Kabuk” öyküsünde satın aldığı kitabın hikâyesini dinliyoruz. Ancak bu öykü, Sadık Bey’in ve kitabının çok ötesinde bir meseleye sahip. Ali Işık, Okçular Tepesi’nde aynı zamanda bir dönem eleştirisinde bulunuyor. Çağımızda değerlerimizin nasıl yozlaştığını bir kez daha yüzümüze vuruyor. Bu bakımdan Okçular Tepesi, yarın öbür gün dönüp bakılacak bir metin hükmündedir. Ali Işık, bu öyküsüyle tarihe ufak da olsa bir not düşmüştür. Ayrıca, Işık’ın doğrularına, modern ve kapital dünya eleştirisine bu öyküsünde de rastlıyoruz. Eski olana, geçmişe özlem, baba-oğul, dede-torun gibi mefhumları tekrar görüyoruz. Işık tarafından öyküde ahlak ve erdemin, değerlere saygının önemi vurgulanıyor. İyi ile kötü ise bir kez daha pür berrak…

Kitabın dokuzuncu öyküsü Kapıda Uyuyan Ağaç, bir usta-çırak ve aynı zamanda amca-yeğen hikâyesi… Bu öyküde de yine bir dervişane karakter ile karşı karşıyayız, oymacı… Öykü, kitaptaki en etkileyici öykülerden. Çünkü birçok kıymetli ve bir o kadar tanıdık hissiyata sahip. Bunların başındaysa elbet ölüm geliyor. Hikâyeden çıkmak, hikâyenin parçası olmak, hikâyenin kapısını açmak gibi cümlelere öyküde rastlıyoruz. Eyvallah öyküde sorgulayıcı bir karakterimiz var ancak Işık’ın kitabına sürekli göz kırptığını da kaçırdık değil.

“Ceviz, kestane, kayın, ıhlamur, gürgen, meşe… Her birinden farklı sesler dinleyeceksin. Çıtırtılarını duyacak, sana neler söylediklerini anlayacaksın. Atölyedeki malzemeleri işaret ederek bunlara çok takılma, dedi. En mühim malzeme sabırdır. Bilirsin ahşap sıcakkanlıdır, bulunduğu ortamı rahatlatır.”

Kitabın son öyküsü ise Zehralan… Kitap boyunca geçen bir meseleyi ele alıyor Ali Işık ve bütün öyküleri tek bir öyküyle toparlıyor. Zehralan’da tabiri caizse başından beri bahsettiği hikmeti işaret ediyor.

Ali Işık’ın kitabı Beni Hikâyeden Çıkart, mart ayından beri raflarda. Derim ki henüz kitabı okumadıysanız ve güzel öykü okumak istiyorsanız daha fazla oyalanmadan alın okuyun. Beni Hikâyeden Çıkart isminin aksine okurunu hikâyeye çekiyor!

#kitap
#hikaye
#çekiliş
7 yıl önce