|

Hamaset avutur, düşünce uyarır

İslam dünyası toplumlarında gerçek bağımsızlık, gerçek özgürlük, gerçek tarih, gerçek siyaset, entegrasyon politikalarına, diline, yapılarına, mantığına, yaklaşımına katlanmanın bir kader olmadığını öğrenmek üzere, muhalif-eleştirel İslami bir dil-düşünce ve yöntem geliştirdiğimizde başlayabilir, başlatılabilir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 12/02/2018 Pazartesi
Güncelleme: 00:15 - 12/02/2018 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

Düşünce, sorgulayarak, her konuda sorular sorarak, cevaplar arayarak, gerektiğinde iktidarlarla arasına mesafe koyarak işlevini, sorumluluğunu yerine getirir, yolculuğunu sürdürür. Hamaset avuturken, düşünce uyarır. Direniş, eleştirel düşünce ile başlar. Bu nedenle, eleştirel muhalefetin karşıtlara dönüştürülmemesi gerekir. Eleştirel düşüncenin olmadığı yerde, teslimiyetçilik belirleyici hale gelir.

Bizler, bugün, Müslümanlar olarak, İslam düşüncesinin gerçek hayatta, gerçek dünyada temsil iradesini kaybettiği bir dönemde yaşıyoruz. İslami sorunlar kamusal hayatın gündemine alınamıyor, İslami düşünce toplumsal/siyasal bir harekete dönüştürülemiyor. Engin bir hayal dünyasında yaşadığımız için, İslami düşüncenin neden gerçekliğe ulaşamadığı konusuyla hiç mi hiç ilgilenmiyoruz.

SİSTEMIN
SINIRLARINI AŞMAK

İslami düşüncenin, İslami referansların, paradigmaların ve yapıların, somut anlamda temsil ve tecrübe edilmediği, Müslüman halkların, toplumların ve kültürlerin, hayatlarını, varoluşlarını, ancak kapitalist/seküler/liberal dünya sistemi, dünya görüşü ve bu sistemin paradigmaları ile bütünleşerek, bu sistemin bütün yapılarına, yasalarına, işlevlerine entegre olarak sürdürebildikleri bir dünyada, Müslüman aydınların, alimlerin, gerçek sorunları konuşmak yerine, kimi sembolik başarıları, kimi sembolik özgürlükleri değerlendirirken çok dikkatli/ölçülü bir dil kullanmaları gerekir. Bütün sorunların, ancak, sistemin izin verdiği sınırlar içerisinde konuşulup tartışılabildiği bir dünyada, İslami özgürlüklerden söz edilemez. İslami sorumluluk ve bilinç alanında bulunan kadroların her şeyden önce hayati/varoluşsal/tarihsel sorunlar etrafında yoğunlaşmaları, temel İslami sorumluluklarının gereğidir.

Bir toplumun, bir halkın, bir kültürün, hayatı boyunca karşılaşabileceği en büyük tehdidin, dışarıdan dayatılan dünya görüşü ile entegrasyon olduğunu ve her türlü özgürlük/özgünlük/bağımsızlık kaybının bu entegrasyonla başladığını görmemek, anlamamak, ve farkedememek büyük bir hafıza ve bilinç kaybına işaret eder. Hangi kültürde, hangi toplumda olursa olsun, toplumsal düşüş, toplumsal çürüme, kolaycılığı seçmekle başlar. Kolaycılığı seçen bir kültürde yaşadığımız için, sınır tanımayan bayağılıklar hiç mi hiç dikkatimizi çekmiyor.

Günümüz dünyasında toplumlarımız, inançların, düşüncelerin, temel İslami tercihlerin, politik-ekonomik ve etnik çıkarların hizmetine girdiği bir dönemden geçtiği için, karşı karşıya bulundukları ölümcül sorunların bilincinde değiller. Kendisini İslam’a nisbet eden bir toplumun ve kültürün, kapitalit/seküler/liberal bir sisteme entegrasyonu, söz konusu toplumun ve kültürün İslami bağlamda geleceği belirleme bilincini ve yeteneğini kaybettiğini gösterir.

Günümüz dünyasında, bütün savaşlar, işgal ve istilalar, mülksüzleştirmeler, “insan hakları” gibi, “demokrasi” gibi ideolojik klişelerle-silahlarla sürdürülüyor. Sözünü ettiğimiz ideolojik silahlar, emperyalist kötülükleri haklılaştırmak üzere kullanılıyor. Ahlaki, vicdani ve insani değerlerin açıkca reddedilebildiği, değersizleştirilebildiği bir dünyada, “insan hakları”ndan söz etmek kadar büyük bir ikiyüzlülük olamaz. Irkçılıklar ve tahakküm üreten ideolojik sistemler bütün insanların eşit onur ve değere sahip olmadıklarına inanırlar. İdeolojik ve ırkçı mülahazaların/sapkınlıkların aşılabildiği bir dünyada ise, farklılar ve farklılıklar sorun olmaktan çıkar. Böyle bir dünya, ‘öteki’ icat etme ihtiyacı duymaz. Farklılıklarımız, hepimize farklı şeyler öğretir; her ‘farklı’nın kendine özgü bir özgünlüğü olduğu unutulmamalıdır.

HAKİKATİ DİLE GETİRMEK

İslam dünyası toplumlarında gerçek bağımsızlık, gerçek özgürlük, gerçek tarih, gerçek siyaset, entegrasyon politikalarına, diline, yapılarına, mantığına, yaklaşımına katlanmanın bir kader olmadığını öğrenmek üzere, muhalif-eleştirel İslami bir dil-düşünce ve yöntem geliştirdiğimizde başlayabilir, başlatılabilir.

Tarih karşısında eleştirel bir tavır almak, zor sorular sormak yerine, hamasetle tarihe katılabileceğimizi düşünmek kadar büyük bir kolaycılık olamaz. Düşünce yeteneğini kaybeden toplumlar, yeni sorular sormadıkları için, yeni sorunları teşhis edemez, varolan durumu değiştirme ihtiyacı duymazlar. Bir bireyin, toplumun ya da siyasal bir hareketin rakiplerine, karşıtlarına, muhaliflerine karşı konuşması, onları en ağır dille eleştirmesi çok kolaydır. Esas önemli olan, kendi çevresini, dostlarını uyarması, eleştirmesi ve onlara hakikati söylemesidir.

HAYAL ALEMINDEN ÇIKILMALI

İhtirasların, akıldışılıkların hiç bir şekilde kontrol edilemediği, hiç bir ahlaki sınırın tanınmadığı, bütün hakları hiçe sayan bir siyaset biçiminin kendisini meşrulaştırabildiği bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir dünyada, İslam dünyası ülkeleri de pragmatik hesaplar ve reelpolitik mazeretler sebebiyle, hiç bir İslami ilkeyi, yasayı, sorumluluğu dikkate almıyor, almayabiliyor. İslami referansları kullanmayan, kullanma ihtiyacı duymayan, ya da bu referansları kullanmaya cesaret edemeyen İslam dünyası ülkeleri, Yahudi/Hıristiyan/beyaz/seküler/liberal referanslara dayalı çok yönlü ve sistematik saldırılara, entelektüel, felsefi ve siyasi anlamda cevap veremiyor.

Hiç unutmayalım ki, “beyaz adamın sorumluluğu” dili ve söyleminin, “beyaz adamı” tam insan sayarak insanlığın bütününün ifadesi olarak gördüğü, fetih ve işgaller yoluyla dünyanın uygarlaştırılacağını iddia ettiği, bu bağlamda da her tür emperyalizmi haklılaştırabildiği dönemlerde de, “Müslüman adam,” İslami dünya ve tarih misyonuna yabancılaşarak, işrakî-mistik-batınî hayaller alemine kapanmış bulunuyordu.

#beyaz adam
#mistik
6 yıl önce