|

Freud: Gerçek mi efsane mi?

İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan Freud Belgeleri: Psikanaliz Tarihi Hakkında Bir İnceleme adlı kitabın temel tezi, psikanalizin güçlü kesinlik sunan bir bilim olmak yerine birçok “efsane”ye dayandığıdır.

Yeni Şafak
11:17 - 11/07/2018 Çarşamba
Güncelleme: 12:33 - 11/07/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
Sigmund Freud
Sigmund Freud

Türkiye’deki kültürel alan gerek üretim gerek tüketim parametrelerine bakıldığında büyük bir canlılık yaşamaktadır. Bu canlılık çoğunlukla tercüme metinler üzerinden sağlanmaktadır. Entelektüel dinamizmi sağlayan ürünlerden birinin tercüme olmasında, entelektüel toplantılarda ve açık oturumlarda iddia edildiğinin aksine, hiçbir beis ve zafiyet yoktur; bilakis tercüme metinler bize iki boyutlu bir tartışma yapma imkânı vermektedir: (i) orijinal metnin kendi hususi bağlamındaki konumu ve (ii) Türkçeye aktarıldığında sahip olduğu konum. Türkçe entelektüel alanı Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından dumanı üstünde bir ürün ile tanıştı: Freud Belgeleri: Psikanaliz Tarihi Hakkında Bir İnceleme.

Kitabın anlatı dili dört perdelik bir tiyatro oyununu andırıyor. İlk perde 1916 yılının Viyana Üniversitesi’nin dersliğine açılıyor ve Freud’un sahneye çıkışı ile başlıyor. Freud, kurucusu olduğu Psikanalizin düşünce tarihinde oynadığı rol bakımından Kopernik’in ve Darwin’in yarattığı etkilere denk geldiğini büyük bir heyecanla anlatır. Bu sahnede, insanın genel narsisizmine, insanlığın kendine duyduğu hayranlık ve sevgi yanılsamasına, üç büyük darbenin vurulduğunu söyler Freud:

“[Kopernik’ten önce] insanın ikametgâhı olan dünya, evrende merkezî bir konuma sahipti. Bu konum, insan için evrendeki egemenliğinin bir işaretiydi. Bu narsisist yanılsamayı yok eden 16. yüzyılda Kopernik olmuştu: Kozmolojik darbe. Kültür yolundaki gelişmeler sırasında insan, hayvanlar krallığındaki diğer yaratıklar üzerinde hâkim bir konum elde etmişti. Onlarda akıl olduğunu inkâr etti, kendine ölümsüz bir ruh isnat etti ve kendisi ile hayvanlar krallığı arasındaki kan bağını yok edecek ilahi bir türeyiş iddiasında bulundu. Darwin’in ve selefleri bu tahmini sona erdirdi: Biyolojik darbe. Narsizme vurulan üçüncü darbe ise, muhtemelen, en yaralayıcı olandır: Psikolojik darbe. Psikanaliz tarafından gerçekleştirilen iki keşif egonun kendi evinin hâkimi olmadığını ortaya koydu – (i) cinsel içgüdülerin yaşamlarının tamamen gemlenemeyeceği ve (ii) zihinsel süreçlerin aslında bilinçsiz olduğu, egoya sadece eksik ve güvenilmez algılar aracılığıyla eriştiği ve böylece egonun kontrol altına girdiği.”

Freud, Psikanaliz bilimiyle kendi keşiflerini ve insan narsizmine vurduğu darbenin konumunu seçkinleştirirken, işin tuhafı, kitabın yazarları bu sahnede kibirli biri olarak konuştururlar onu.


FREUD’CULUĞUN TARİHİ

Kitabın ilk sahnesinden itibaren yazarlar bize Psikanalizin diğer psikoterapi ve psikoloji ekollerinden “bilişsel statü” bakımından üstün olmadığını belirtip onu ıskartaya çıkartacaklarını hissettiriyorlar. Geri kalan tüm sahnelerini bir boks maçı izler gibi takip etmesini okuyucuya dayatan kitap, muazzam bir belge, materyal, sayısız yazışma yığınına dalarak Psikanalizin kilerine girmiş gibi bir hava estirir. Kitabın temel tezi, Psikanalizin güçlü kesinlik sunan bir bilim olmak yerine birçok “efsane”ye dayandığıdır. Bu tezi ispatlamak için ise, Psikanalizin ilk yıllarına dönüyor. Psikanalizin ruh sağlığı piyasasını nasıl domine ettiğini; Freud’un rekabet ettiği diğer psikoterapileri, mesleki rakiplerini, muhaliflerini ve eski çalışma arkadaşlarını etkili bir şekilde nasıl gayr-ı meşru kıldığını anlatır.

Kitap, Freud’culuğun tarihini ve Psikanalizmin tarihsel gelişimini “Freud efsanesi” teması etrafında işler. Nihayetinde, bir kâhin özgüveniyle son bulan vaaz ile perdeyi kapatır yazarlar: “Dolayısıyla bazılarının yaptığı gibi Freud’u ‘öldürmenin’ yollarını aramanın pek manası yoktur, zira önceki girişimlere pek az katkı yapacağı ortadadır. İronik şekilde, psikanalizin belirli bir anlamda artık var olmadığını veya hiç olmadığını söylemek varken, böyle bir girişim sadece psikanalize hayat ve kimlik vermeye devam edecektir. Freud efsanesi gözlerimizin önünde silinip gitmekte, psikanaliz de onu takip ederek yeni kültürel eğilimlere, başka amaçlı etkileşimlere yer açmaktadır, kadim hasta-doktor karşılaşma ritüeli böylece yenilenmektedir. Hâlâ zamanımız varken Psikanalizi çalışmak için acele etmeliyiz, çünkü yakında özelliklerini ayırt edemeyeceğimiz günler gelecektir. Bunun haklı bir nedeni var: Çünkü psikanaliz hiç var olmamıştır.”

VE ANTİ-BİLİM ŞEHRE GİRER

Türkiye’deki bilim tarihi ve bilim sosyolojisi çalışmalarının temel motivasyonu ve stratejisi şudur: Bilim alanındaki hegemonik ilişkilerive rekabet süreçlerini ilgili bilim dalının rasyonalitesine ve mantıkî modellemelerine karşı bir lanetleme aygıtı olarak kullanmak. Bu yüzdendir ki Psikanalizimin tarihine tahsis edilenama aslında tek derdi “Psikanalizim diye bir şeyin olmadığını” göstermek olan Freud Belgeleri gibi bir kitap Türkçe kültür diyarına kalburüstü bir yayınevi tarafından buyur edilebiliyor.

Freud’un bilimsel alanda kendi konumunu ve ürettiği bilimsel bilginin yerleşmesi için alanın kendi mantığında mündemiç olan, alanı alan yapan hususi rekabet ve çekişme ilişkilerini Freud’a ve Psikanalizime karşı düşmanca kullanan bir kitabın Türkçede albeni bulması anti-bilimciliğin hâlâ karizmatik bir uğraş olduğu anlamına geliyor.

Bilimin icrâ edilmesine ilişkin eleştirel çalışmalara elbette gerek vardır. Üstelik bu çalışmalar bilimsel bilginin sahip olduğu kesinlik gücünü artırmaya yarayacak kadar pozitif etkilere olanak sunar. Ancak Türkiye kültür sathında bilimi lanetleme çabaları en az bilimi kutsama çabaları kadar karikatür kalıyor. Çünkü bilime ve bilimselliğe yönelik geliştirilen eleştiri Kantçı anlamda bir kritik değildir; yani bilimsel bilgiyi nesne-alanı ile yeniden sınamaya tâbi tutmak, bilimsel bilginin sınırlarını (kritikos) göstermek Türkiye’deki bilim tarihi ve bilim sosyolojisi çalışmaları topografyasında yer tutamıyor. Bilime düşmanca tavır alan, bilimsel alanın geliştirici ve kurucu gücü olan rekabet ilişkilerini bağlamından kopartarak inceleyen, bilimin tarihini bilime karşı kinik bir tarzda kullanan çalışmalardan geçilmiyor bu topografya. Üstelik bu tür değerlendirmeler sosyal “bilim”in icra edilme imkânlarına dair hiçbir kolaylık sağlamıyorlar. Bilakis bu imkânı boğuyorlar.

#Sigmeund Freud
6 yıl önce