|

Filibeli’nin bilinmeyen hikayeleri

Amak-ı Hayal kitabıyla tanıyıp sevdiğimiz Filibeli Ahmet Hilmi’nin sürpriz hikayeleri Büyüyenay Yayınları arasında okurla buluştu. Sade ve kısa cümlelerden oluşan hikayelerinin önemli bir bölümü yazarın kendi başından geçmiştir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 13/06/2018 Çarşamba
Güncelleme: 06:05 - 13/06/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
​Filibeli’nin bilinmeyen hikayeleri
​Filibeli’nin bilinmeyen hikayeleri
Âlim KAHRAMAN

Bu ay Türk hikâyeciliği adına bir sürprizle karşılaştık. Mustafa Kirenci, “hikâyeci” Ahmet Hilmi’yi ortaya çıkardı. Filibeli’nin hikemî dünyasından az çok haberdardık. İslâm âleminin sorunları üzerine kafa yoran sıra dışı bir düşünce adamı olduğunu iyi kötü biliyorduk. En çok bilinen eseri A’mâk-ı Hâyal kendine özgü bir roman denemesiydi. Bunu da biliyorduk. Ancak Bütün Hikâyeleri’yle o bizi bir kez daha şaşırttı. Hemen Söyleyebilirim ki “Tayru’s-Sultan (Sultanın Kuşu)”, “Peştamal Giyen Mutasarrıf”, “Solucan Yahnisi”, “Türklerin Elemli Mukadderatından Bir Yaprak”, “Fakir Çocukla Hızır”, “Çocuklarda Solucan Var”, “Küçük Hikâye” hikâyeleriyle “Melekzâde Ailesi” başlıklı bitmeye yakın bir halde kalmış uzun hikâyesi, yenilik dönemi Türk hikâyeciliğine kendi mührünü basacak güçte metinlerdir.

Hikâyeleri dolayısıyla biraz daha ciddiyetle, bir kez daha eğildim Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi’nin dünyasına. Elimin altındaki kitaplarına baktım, hakkında yapılmış ulaşabildiğim çalışmaları karıştırdım; yer yer okudum onları. Ellili yaşlarının başında, yüzünden sıhhat fışkıran bir haldeyken [öldüğü sene Abdülmecit Efendi’nin köşkü önünde çekilmiş toplu fotoğraf içindeki haline bakabilirsiniz] bakır zehirlenmesi gibi bir sebeple fücceten (ani, zamansız) ölümü başta olmak üzere hayatı hakkında bu kadar az şey biliniyor olması da şaşırtıcıydı. 1863 yılında Filibe’de dünyaya gelmişti. İlk eğitimini orada gördükten sonra, patlak veren 93 Harbi (1877-78) sebebiyle, ağır kış şartları altında ailesiyle beraber İstanbul’a göç etmiş, yaşlı babası bu yolculuğa dayanamayarak yolda ölmüş, yetim büyümüştü. Birçok kaynakta Galatasaray Sultanisini bitirdiği yazılıysa da bu da tam kesin değildir. 1890’da memuriyete başlamış, Beyrut’ta bulunduğu sırada Jön Türklere katılmış, Mısır’a kaçmış, orada bir mizah dergisi çıkarmış, ancak 1901’de yurda dönmüştü. Kısa bir süre sonra Fizan’a sürülmüş, orada yedi senelik bir sürgün hayatının ardından İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla İstanbul’a dönebilmişti. Mısır’daki Çaylak dergisi deneyimi dışında bilinen yazı hayatı, hayatının son altı yılını içine alan dönemle sınırlı kalır. Tüm o bildiğimiz eserlerini bu altı sene içinde ortaya çıkarmıştır. Kaldı ki bu altı senenin bir kısmı da bu kere İttihatçılar tarafından sürüldüğü Bursa sürgünlüğüyle geçmiştir.


KENDİ HİKAYELERİ

O kendini hangi arada ve ne şekilde yetiştirdi? Bilemiyoruz. İstanbul başta olmak üzere Beyrut ve Mısır yıllarını boş geçirmediği anlaşılıyor. Zihnî olgunluğa ise bol bol düşünme imkânı bulduğu Fizan çöllerinde pişerek ulaşmış olmalı. Nitekim orada tasavvufa ilgi duyduğu, Kâdiri tarikatının bir kolu olan Arusi’ye intisap ettiği de hakkındaki bilgiler arasındadır.

Ahmet Hilmi’nin hikâyelerini okuyunca görüyoruz ki, bunların önemli bir bölümü kendi hayatından bazı levhalara (“Elvâh-ı Hayât) dayanmaktadır. Onları birer “hikâye” yapan, yazılırken bir yapı oluşturacak şekilde sınırlandırılıp “bütünlenme”sidir. Şehbenderzâde’yi Türk hikâyecileri arasına katmamızın sebebi de bunu yaparken gösterdiği hünerdir. Anlatımını kurarken hayatın akışındaki doğallığı bozmaz. Bu doğallık külfetsizce elde edilivermiş gibidir. Metinler kısa olduğu gibi cümleleri de kısadır. Dili gününe göre sade sayılır. [Hikayeler, bugünün okuyucusu düşünülerek, Kirenci tarafından ayrıca hafif bir sadeleştirmeye tabi tutulmuştur]. Ondaki ironiye de mutlaka değinmek gerekir. Derin bir hümor alttan alta işler. Bir başka özelliği ise hikâyelerin hikemî ve terbiyevî (pedagojik) olmalarıdır. Bazılarında eğiticilik apaçık kendini gösterir. Fakat bunu hayat levhaları yoluyla, gerçekleştirir.

HIZIRLA ÇOCUK

Hikâyeler genelde birinci kişi ağzından yazılmıştır. İçerden ve sıcaktır anlatım. Temalar kimsesizlik, yoksulluk, açlık, sefalet yanında aşk, ihtiras gibi alanları da içine alır. Coğrafya, uzak ve yakın diyarlarıyla (Balkanlar, Kuzey Afrika, Kafkasya) İslam coğrafyasıdır. Hikâye kahramanları içinde çocuklar ve gençler başta gelmektedir. Asil ruhlu yoksul düşmüş yaşlılar, analar, çocuğunu kaybetmiş babalar ve özellikle eğiticilerdir (hocalar, şeyhler).. İslâm âleminin yaşadığı savaş ve göç gibi büyük sorunların yol açtığı insanî durumlar, inançlar üzerine uygulanan baskı, iktidarlara yönelen eleştiriler, yerine göre derin bir merhamet veya keskin bir ironiyi yüklenmiş bir dille, usta işi bir anlatımla ortaya konulur. Tüm bunlar realist ve ayrımları gözeten bir dikkatle, hiç kaybedilmeyen bir aklıselim rehberliğinde yapılır. Ahmet Hilmi, iktidarı eleştirme konusunda, dönemin önde gelen bazı İslam aydınlarıyla ortak bir tutum sergiler. Bu açıdan baktığımızda “Tayru’s-Sultan” hikâyesinde, bürokratik zaaf ve gevşekliklerin yol açtığı bir sömürü, bir devekuşu hikâyesi olarak kendini gösterir. Ancak yazar o kadar üst düzeyli bir anlatım diline ulaşır ki, hikâyesi, belli bir tarihte Fizan’da yaşanan bir olay olmanın üzerine çıkar. İnsanlığın herhangi bir döneminde, herhangi başka bir toplum için de anlamlar içeren bir boyut kazanır. “Fakir Çocukla Hızır” hikâyesi için, İslâm medeniyet dairesi içinde, bugüne kadar ortaya konulmuş eşsiz bir Hızır ve çocuk hikâyesi diyebiliriz. Her bakımdan mükemmel bir kıvamı çerçeveler. “Melekzâde Ailesi” maddiyatla maneviyatın çatışması ve maneviyatın zaferi şeklinde okunabilir. Ancak yazar, bunu yaparken yalnızca zıt tarafların birbiriyle çatıştığı düz bir anlatım ortaya koymaz. İnsanî halleri gözden kaçırmayarak anlatımını daha gerçekçi bir zemine oturtur. “Küçük Hikâye” de kitaptaki favori hikâyelerimden biri. O dönem Rusya’sında Müslüman toplumları sindirme adına getirilen bir yasağın bir çocuğun penceresinden aktarımı yürek yaralayıcıdır.

Ahmet Hilmi’nin bu hikâyeleri II. Meşrutiyet sonrası yıllarda yazdığı göz önünde bulundurulursa, yenilik dönemi Türk hikâyeciliği içinde tuttuğu yer de fark edilmiş olur. Sözünü ettiğim hikâyeler, pedagojik gücüyle bundan sonra antolojilerde, ders kitaplarında da yer almayı hak eden metinlerdir.

#Bütün Hikayeleri
#Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi
6 yıl önce