|

Eşref Edip: Akif’in vefalı dostu

Mehmet Akif’in yakın dostu Eşref Edip Mehmet Akif’in davasını ve düşünce dünyasını vefatından sonra da yaşatan kişidir. Akif ile ilgili yazdığı iki ciltlik Mehmet Akif Hayatı ve Âsârı adlı eseri tam bir Akif destanı ve romanıdır. O güne kadar sanat ve edebiyat hayatımızda, bu türden bir biyografi kaleme alınabilmiş değildir.

Yeni Şafak
04:00 - 12/12/2018 Çarşamba
Güncelleme: 12:33 - 11/12/2018 Salı
Yeni Şafak
Eşref Edip
Eşref Edip
NECMETTİN TURİNAY
Eşref Edip’in bir meziyeti varsa o da Mehmet Akif ile dostluğunu, ona olan hürmet ve bağlılığını ömrünün sonuna kadar sürdürmesidir. Eşref Edip’in kaleme aldığı hiç bir kitap ve makale yoktur ki Mehmet Akif’ten bir hatıra nakletmemiş, şiirlerinden aktarmalar yapmamış bulunsun.

Nitekim Eşref Edip’in, İstiklal Marşı şairinin vefatının ardından kaleme aldığı iki ciltlik Mehmet Akif Hayatı ve Âsârı adlı eseri tam bir Akif destanı ve romanıdır. O güne kadar sanat ve edebiyat hayatımızda, bu türden bir biyografi kaleme alınabilmiş değildir.Yani hiç bir büyük muharririn hayatı Mehmet Akif Hayatı ve Âsârı’nda olduğu gibi mufassal, canlı yaşanmış bir hayat hikâyesine dönüştürülememiştir. Akif merkezli çalışma yapanların sık sık başvurduğu bu eseri, hemen herkes rahatlıkla okuyabilir. Nitekim Fahrettin Gün dostumuz ilgili eseri, tek cilt olarak yeni baştan yayınlamış bulunmaktadır.

EŞREF EDİB’İN YOL AÇICILIK ROLÜ

Bir de kendisinden sonra kaleme alınmış nice büyük eserin öncüsü sayılabilir bu çalışma. Mesela Mithat Cemal’in Mehmet Akif/ Hayatı, Seciyesi, Sanatı (1939) ve Namık Kemal ile ilgili çalışması, Hasan Basri Çantay’ın Akifname’si (1966) ve Mehmet Emin Erişgil’in Ziya Gökalp’le ilgili Bir Fikir Adamının Romanı (1951), ayrıca Mehmet Akif’i anlattığı İslâmcı Bir Şairin Romanı (1956), neresinden bakarsanız bakın Eşref Edip’in devamı mahiyetinde çalışmalardır. Onu örnek alan, ondan yola çıkmış denemelerdir bunlar. Fakat hiç biri de Eşref Edip’in gölgesi altında ezilmeyen müstakil denemeler sayılırlar. Dahası Eşref Edip, Mehmet Akif ile ilgili bu iki büyük cildini eğer yayınlamamış bulunsaydı, bugünkü Mehmet Akif çalışmalarının ne seviyede kalmış olabileceğini varın siz hesap edin!..

Bu haliyle Eşref Edip, Mehmet Akif’e yönelik muhabbet ve bağlılığı ile; nümûne-i imtisal bir kişilik olarak gözümüzde durmaksızın büyümektedir. Akif’e dönük menkıbelerini naklettikçe, o da gözümüzde büyüyor ve enteresan bir kişiliğe dönüyor. Fakat bu özelliği Eşref Edip’in gene de bir yanını teşkil eder. Çünkü Eşref Edip’i sırf bu yanına indirgemek, onu sınırlamaktan başka bir anlam taşımaz. O aynı zamanda önemli bir gazeteci, yüzlerce eserler neşretmiş bir yayıncı ve enteresan bir ansiklopedi tasarımcısıdır. Daha ötede de tek partili yılların zulüm ve istibdadını unutulmaktan kurtaran önemli bir hatıra yazarıdır. Dolayısıyla bu mücadeleci karakterin sağlam bir biyografisinin henüz yazılmamış olması, neresinden bakarsanız bakın teessüf edilecek bir hadise teşkil eder.

KARA KİTAP’TAN
DÖNEM MUHALEFETİNE

Eşref Edip’in Akif çalışmalarının dışında, daha başka eserleri de bulunmaktadır. Onların en tanınmışlarından biri hiç kuşkusuz Kara Kitap’tır (1967). Tek partili yıllarda CHP uygulamalarının anlatıldığı o eserin gerçekten ağır, vurucu bir dili vardır. Fakat Eşref Edip ne söylemişse, onun eksiği var fazlası yok demektir. Bu yüzden Eşref Edip mahkemelere de düşmüş, ancak sonunda beraat etmiştir. Eşref Edip’in Kara Kitap’ta kullandığı belgeler kuşkusuz gerçek olmakla birlikte, geliştirdiği bakış açısı ile muhalefet dilinin, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından gelen yeni bir döneme ait olduğunu kavramak hiç de zor olmamaktadır.

Nitekim aynı yıllarda akla gelebilecek türlü muhalefet grubunun, CHP karşıtlığı hususunda ortak bir cephe teşkil ettiği rahatlıkla söylenebilir. CHP karşısında yeni hak arayışlarına girmek, icabında onu iktidardan düşürmek yolunda çeşitli Milliyetçi/Türkçü, Muhafazakar gruplar; Ahmet Emin Yalman, Şükrü Kaya ve Tevfik Rüştü Aras merkezinde İnönü’nün tasfiye ettiği liberal batıcı sınıflar; özellikle de yarı sosyalist, marksist kesimler (Serteller ve Tan gazetesi) yoğun bir çaba içinde görülürler. Dolayısıyla çok partili hayatın başlaması ile Demokrat Parti’nin iktidara geldiği 1950 arasında, İnönü ve CHP’ye muhalefet etmeyen her hangi bir grup, kesim kalmamış gibidir.

Sonraki yıllarda kaleme alınmış çoğu hatıralarda, bu toplu muhalefet dalgasının yeterince izah edilmediği anlaşılmaktadır. Nitekim bu tür eserlerde hemen her grup kendi mağduriyetini ve muhalefetini öne çıkarır, diğer muhalefet hareketlerinin üzerini özel bir gayretle örtmeye kalkışır. Dolayısıyla bu tür hatıralardan dönemin manzarasını toplu olarak çıkarmak, kolay kolay mümkün olamamaktadır. Daha açık ifade etmek gerekirse, mesela Türkçü/ milliyetçi kesimler 3 Mayıs 1944 tutuklamalarını; solcu ve marksist kesimler Tan gazetesinin tahribini (Aralık 1945) ve Sabahattin Ali’nin öldürülmesini (1945); liberal batıcı sınıflar da azınlıklara yönelik Varlık Vergisi uygulamalarını, mevcut iktidarın devletçi ekonomi politikalarına yönelik eleştirileri keskin bir CHP muhalefetine dönüştürmekte adeta yarışırlar.

Eşref Edip, Mehmet Akif’e yönelik muhabbet ve bağlılığı ile; nümûne-i imtisal bir kişilik olarak gözümüzde durmaksızın büyümektedir. Akif’e dönük menkıbelerini naklettikçe, o da gözümüzde büyüyor ve enteresan bir kişiliğe dönüyor.
BÜYÜK DOĞU, SERDENGEÇTİ
VE SEBİLÜRREŞAT DERGİLERİ

Necip Fazıl, Eşref Edip ve Osman Yüksel Serdengeçti gibi, İslâmi niteliği ile öne çıkan isimlerin muhalefetini burada unutuyor değiliz. Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’su (1943), Osman Yüksel’in Serdengeçti’si (1941), Eşref Edip’in 1948’de yeniden çıkarmaya başladığı Sebilürreşat dergileri!.. Aynı yıllarda birbirini takip eden sayısız kapanmalar, kağıt darlıkları, dağıtım güçlükleri ve daha neler neler!..

Bu grubun muhalefetinin diğerlerine göre daha derin ve tarihî bir temele oturduğunu unutmamak gerekir. Eski İmam-Hatip okullarının, İlâhiyat fakültesinin, Kur’an kurslarının, Tekke ve Zaviyelerin kapatılması, ezanın Türkçe okunması mecburiyeti, dini kitap yayınının baskı altında tutulması, Vakıflar üzerine kayıtlı çeşitli mahalle camilerinin satışı ve elde edilen gelirin belediyelere irad kaydedilmesi!.. Daha garibi de önemli bazı din ve tasavvuf büyüklerinin, Selçuklu ve Osmanlı sultanlarına ait türbelerin kapılarının mühürlenmesi, ziyaretlerinin önüne geçilmesi!.. Dolayısıyla Büyük Doğu, Serdengeçti ve Sebilürreşat gibi dergiler, bu tür yasaklarla ilgili resmi devlet belgelerini yayınlandıkça, toplumun derin vicdanı anında harekete geçiyor, seçim öncesinde Türkiye adeta halden hale giriyordu.

Şüphesiz, yukarıdan beri üzerinde durduğumuz muhalefet gruplarının ileri sürdüğü eleştiriler, temelde haklı ve doğrudur. Dolayısıyla Türkiye, topyekün bir iktidar değişikliğine doğru hızla evriliyor demektir. Fakat CHP’nin yerine geçecek yeni iktidarın, birbiriyle uyuşması kabil olmayan sınıfları nasıl tatmin edeceği de önemli bir meseledir. Ortaya çıkan müşterek havaya bakılacak olursa, bütün bu ırmaklar Demokrat Parti havuzuna doğru akıyor da akıyordu.

Peki, ya İnönü iktidarının durumu? Onlar ne yapıyordu?

Durmaksızın Parti Genel Sekreteri, Başbakan ve bakan değiştirmekle meşguller. Fakat bu olumsuz gidişe karşılık, bu tür tedbirlerin hiç biri kâr etmiyor. Kendi halkını kaybetmiş tek parti iktidarı, siz sayın ki oradan oraya savrulup duruyor. Mevcut kaos ortamında iktidar, tek çare olarak Amerika ile iş tutmak, onlara yaslanmak ve onların muâvenetleri ile iktidarını sürdürmek mecburiyetinde kalıyor. Dolayısıyla köşeye sıkışmışlığın bu derecesini o günkü milli, dini, sol-marksist gruplarının öngöremediğini söylemek durumundayız. Nitekim günümüzde de kendi halkının desteğini kaybetmiş iktidarlar benzeri yollara başvurmakta, fakat sonuç gene de değişmemektedir.

İşin garibine bakın ki o şartlarda, uzun sürmüş tek parti iktidarının resmi hükümet sözcüsü(!) Falih Rıfkı bile meydanları terk etmişti. CHP’yi bu zor zamanlarında savunmak vazifesi Batı yanlısı Hüseyin Cahit’e ve avanesi üç- beş kaleme kalmış gibi bir manzara hasıl olmakta idi.

İNÖNÜ İKTİDARININ İ
LK DÖNEMLERİ

Fakat bütün bu sert eleştirilere rağmen CHP bundan mı ibarettir? Yukarıda saydığımız grupların CHP ile, şöyle veya böyle ilişkiye girdikleri, ona bel bağladıkları dönemler olmamış mıdır? Bu hususa yeteri derecede dikkat etmemek, İnönü döneminin tek parti iktidarını, İkinci Dünya Savaşı sonrasında üretilen (CHP imgesine) kilitleyivermek ne derece doğru olur? Çünkü 1938’den 1950’ye kadar devam eden on iki yıllık süre zarfında, aynı iktidarın birbirinden farklı uygulamalarına şahit olduğumuz unutulamaz. Bu bakımdan savaşı müttefiklerin kazanacağının anlaşıldığı tarihe kadar olan dönemi, daha ayrı mütâlea etmek faydadan hali değildir.

Nurettin Topçu’nun Hareket dergisine (1939), Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dergisine (1943), Eşref Edip’in İslâm Türk Ansiklopedisi’ne (1940) aynı dönemde izin verildiği bilinen bir husustur. Aynı şekilde, 1937 aralığında yapılamayan Mehmet Akif’i anma toplantılarına, 1938 aralığında nasıl bir alan açıldığı bilinen bir husustur. Ayrıca o sıralarda, bu tür törenlerin yurt çapında da önü açılmamış mıydı? Aynı günde (27 Aralık 1938) İstanbul Üniversitesi’nde, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunda, Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsü’nde, yönetici kadroların ve hocaların katılımı ile, bu törenlere resmi olarak da sahip çıkıldığı duygusu verilmemiş miydi? Dolayısıyla bu durum ancak şöyle izah edilebilir: Yeni yönetim veya iktidar, eskisinden oldukça farklıdır. Akif’e karşı olmadığı gibi, ona sahiplik iddiasında bulunan sınıfların da yanındadır gibi bir şeyler.

Nitekim Eşref Edip’in Mehmet Akif Hayatı ve Âsârı adlı çalışması, bu hususlarla ilgili sayısız belge ihtiva etmektedir. Dolayısıyla ilgili eserin birinci cildinin, Atatürk’ün vefatının ardından iktidara gelen İnönü döneminin başlangıçlarında; yani 27 Aralık 1938’de icra edilen Mehmet Akif törenlerine yetiştirilmek üzere kaleme alındığını hatırlamak gerekir. Eşref Edip bu meseleyi eserinin ikinci cildinin başlangıcında özellikle izah etmek ihtiyacını duymaktadır.

1937 İLE 1938 ARALIĞI
ARASINDAKİ FARK

Adı geçen eserin ikinci cildi, döneme mahsus gelişmelere vakıf olmamız bakımından enteresan bir ayna vazifesi görmektedir. Nitekim 1937 aralığında icra edilemeyen, fakat 1938 aralık başlangıcında önü büsbütün açılan Mehmet Akif törenlerinin fasıl fasıl anlatımı, sadece ve sadece bu eserden okunabilmektedir. Ayrıca 27 Aralık 1938 anmalarına zamanın Diyanet İşleri Riyaseti de iştirak etmiş, büyük İstanbul camilerinin imam ve hatiplerinin katılımı ile, İstanbul Beyazıt Camiinde Akif için görkemli bir mevlit töreni düzenlenmiştir. Eserin bu cildinde, Eşref Edip’in ilgili mevlit törenini nasıl coşkulu bir dille anlattığı açıkça görülür. Nitekim böyle toplu bir tören o tarihe kadar hiç mi hiç icra edilememiştir.

Burada dikkatlerden kaçmaması gereken bir husus daha bulunuyor. O da şudur:

İstanbul Üniversitesi, Yüksek Öğretmen Okulu ve Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde yapılan Akif anmalarının spontane gelişmeler olmayıp, dönem iktidarının bunda büyük bir payı bulunduğu kolayca anlaşılıyor. Nitekim dönemin İstanbul Üniversitesi rektörü Cemil Bilsel’in, aralık 1938 başlarında yaptığı bir basın toplantısı bu hususu açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla aynı iktidarın büyük savaş öncesi ve sonrasındaki uygulama farklarının hem tesbiti, hem de bunun altında yatan sebeplerin teşhisi için bu izahları yapmak lüzumu doğuyor.

EŞREF EDİB’İN MAARİF
VEKÂLETİ İLE YAZIŞMASI

Yeni dönemin olumlu havasını yakından takip eden Eşref Edip’in, buradan bazı sonuçlar çıkardığı görülmektedir. Bunlardan birincisi, Maarif Vekâletinin yayınına başladığı meşhur İslâm Ansiklopedisi’nin daha yerli bir versiyonunu hazırlamak; diğeri de yukarıda zikrettiğimiz iki ciltlik Mehmet Akif Hayatı ve Âsârı adlı çalışmanın Maarif Vekâleti tarafından satın alınarak, umumi kütüphanelere kazandırılması yolundaki teklifi.

İşte bu hususlarla ilgili eski bazı yazışmalar bulunuyor. Eşref Edip’in Bakanlığa yazdığı başvuru dilekçesi, dilekçenin Talim ve Terbiye Kurulu Reisliğine sevki ve 1940’larda Bakanlığın tercüme faaliyetlerini sevk ve idare eden Sabahattin Eyüboğlu’nun hazırladığı bir rapor. Ardından da eski eğitimcilerden, Yahya Kemal’in yakın dostu ve şiirlerinden birini ithaf ettiği Bakanlık müsteşarı Kadri Yörükoğlu’nun talimat yazısı.

Hemen hepsi 1940 martı ile mayısı arasında cereyan eden bu yazışmaları, ileriki bir yazımızda değerlendirmeyi düşünüyoruz.

#​Eşref Edip
5 yıl önce