|

Eski Dergiler Arasında Zarifoğlu’ndan Kaplan’a

Cahit Zarifoğlu’nun Mavera dergisinin neredeyse bütün yükünü sırtlandığını ve dergiye edebiyatla ilgili gelen soruları cevapladığını biliyoruz. Eski dergilerden İstanbul Kültür’e baktığımızda ise aynı görevi edebiyat araştırmacısı Mehmet Kaplan’ın üstlendiğini görüyoruz.

Yeni Şafak
15:49 - 14/02/2018 Çarşamba
Güncelleme: 15:56 - 14/02/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
Mehmet Kaplan
Mehmet Kaplan

Necmettin Turinay

Hatırası henüz taze olduğu için, Cahit Zarifoğlu ile başlayayım söze. 1970 ortalarında Mavera çıkarken, derginin çoğu yükü onun omuzlarına yığılıp kalmıştı. Taşra ile ilişkiler, şiire ve sanata dair sağdan soldan sorular. Ayrıca da şiir ve hikâyeye ilgi duyan gençlerin metinlerinin incelenmesi. Bunlar sonradan sonraya öyle artmıştı ki tahmin edemezsiniz. Dolayısıyla elden teslim edilen yazı örnekleri, taşradan gönderilenler derken, sayı kabarmış da kabarmıştı. Ve sonunda Mavera’nın son sayfalarında, iletilen şiir ve yazı örneklerinin kısa kısa değerlendirmeleri başladı.

Haliyle bu meşakkatli işi de gene Cahit Zarifoğlu üstlendi. Fakat başlangıçta bir yük gibi görünen bu uzaktan uzağa yazışmalar, açık mektuplar Cahit Zarifoğlu etrafında büyük bir sevgi oluşturdu. Şiire yeni başlayan genç şairlerin bir tür kılavuzu, yol göstericisi konumuna yükseltti onu. Bu bakımdan 1980 sonrasında öne çıkmaya başlayan şairler üzerinde, Cahit’in büyük bir tesiri ve sevgisi oluştu demek yanlış olmaz. Ancak niyetim sözü Cahit üzerinden sürdürmek değil. Çünkü onun yol gösterici, sanata ve edebiyata ilgi duyan genç şair adaylarında, kendilerinin bile yeterince farkına varamadığı gizli cevheri keşfeden yanı, çoklarının malûmu olmalıdır.

KAPLAN İSTANBUL

HALKEVLERİ DERGİSİ’NDE

Bu türden kırık dökük hatıralar, sağdan soldan dinlediğim Cahit Zarifoğlu menkıbeleri zihnimde dolaşırken, kendimi birden, eski dergilerin sayfaları arasında bulmayayım mı? Ta 1943 aralığında çıkmaya başlamış, büyük boy, dönem mecmualarına göre de eli yüzü daha düzgün bir derginin sayfaları arasında: Şöyle böyle 75 sayısını, sayfa sayfa gözden geçirdim sayılır. Bende bıraktığı ilk intiba olumlu sayılabilir. Kültüre, sanata, tarihe, düşünceye açık bir dergi. Fakat elimin altındaki derginin bir başka yanı daha var, onu da söylemeliyim. İlgili dergi, İstanbul Halkevi adına çıkarılıyor. Adı da çıktığı veya temsilcisi olduğu ilin adını taşıyor: İstanbul Kültür Dergisi.

Dergide en çok dikkatimi çeken de, ileriki yılların önemli düşünürü, edebiyat araştırmacısı, deneme ve tenkid yazarı Mehmet Kaplan’la karşılaşmak oldu. Yıllar boyu kaleme aldığı eserleri ile yakından tanıdığımız Mehmet Kaplan’ı, bir de genç olarak okumak, tanımak nasıl olurdu? O, gençlik yıllarında nasıl düşünmüş, neler yazmış? Neleri ön plana çıkarıyor ayrıca? Bir de tabii olgun yaşlarının hilâfına Mehmet Kaplan’ı, tek parti iktidarının kültür ve sanat sözcülüğünü üstlenmiş bir kadronun arasında bulmak. Kaldı ki bu söylediğim az bile!.. Çünkü genç Kaplan, İstanbul Kültür dergisinin, neredeyse bütün yükünü omuzlamış gibi. Sanat edebiyat sayfalarının bütününü o üstlenmiş. İlgili sayfalara yazı bulmak, yazacak kimselerle temas, onları dergiye transfer vs. Fakat daha da önemlisi Mavera’da Cahit Zarifoğlu’nun üstlendiği rolü, burada Mehmet Kaplan’ın deruhte ediyor olması.

İstanbul Kültür dergisinin hemen her sayısında, imzalı veya imzasız, o kadar çok yazısı var ki!.. Her sayısında sağlam, köklü bir Kaplan yazısı. Bazan edebi türler üzerine, bazan da Tanpınar, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Şeyh Galip, Serveti Fünûn, Namık Kemal vs. etrafında dönüp dolaşan yazılar. Bunların ortak özelliği sanat ve edebiyata dönük olmaları. Fakat daha o yıllardan, bildiğimiz- tanıdığımız düşünen, düşünce üreten Mehmet Kaplan’ı haber vermeleri.

Onda duygu, duygulanma, hislerinin peşinde oradan oraya savrulmalar, hiç mi hiç görünmüyor. Şiir gibi bizi içimizden kuşatan, en gizli yanlarımızı derinden derine harekete geçiren estetik veriler karşısında, bu kadar nesnel kalabilmek doğrusu şaşırtıcı. Genç Kaplan’ın, edebi eser karşısında takındığı bu tavır, ona neredeyse bir mühendis vasfı yüklenmiyor değil. O kadar nesnel ve gerçekçi bir yaklaşım diyeceğim geliyor. Unutmayın, henüz 28 yaşındadır Kaplan.


KAPLAN İLE TANPINAR FARKI

Fakat burada takılıp kalmak, ne kadar doğru?

Çünkü o ele aldığı bir eser, sanatçı veya problem karşısında, hep bir mühendis olarak da kalmıyor. Üzerinde durduğu konu veya kişi ne ise, bunu anında bilgi verisine dönüştürüyor. Ardından da aynı mevzu etrafında düşünce üretme safhasına geçiyor veya oralara sıçrıyor. Bu söylediklerimiz kuşkusuz, 1950’lerden sonraki Mehmet Kaplan için de geçerli. Fakat daha o yıllarda, doktorasını yenice tamamlamış (1942) Kaplan için de aynen geçerli demek istiyorum.

Ancak bir noktaya da parmak basmamız gerekecek. O da genç Kaplan’ın düşünme kabiliyetini hâiz biri oluşu Kaplan’ın asistanı olduğu Tanpınar ile henüz benzeşen bir yanının bulunmamasıdır. Diyeceksiniz ki, Tanpınar’ın düşünen yanı unutulabilir mi? Bursa’da Zaman’ı yazan, Beş Şehir’i kaleme alan, dahası roman, tarih, Yahya Kemal ve Divan Edebiyatı üzerine kaleme aldığı sayısız yazıları ile üzerimizde büyük bir mütefekkir tesiri bırakan Tanpınar, nasıl olur da Kaplan üzerinde etkili olamaz?

Belki konuyu biraz açmak, derinleştirmek gerekecek. Burada buna imkân bulamayacağım için, kısaca bir farka, temel bir farka işaretle iktifâ edeyim. Bilindiği gibi Tanpınar şair, şiiri kendine disiplin olarak seçmiş birisi. Her şeyin merkezi de şiir onun için. Dahası, nesre başlamadan önce de sonra da şiir vardır Tanpınar’da. “Hurûf-u aslîsi”ne indirgendiğinde de gene şiir, gene şâir kalır geriye. Yani Tanpınar ister roman, hikâye; ister düşünce yazıları kaleme alsın, onu daima imgeler harekete geçirir. Gördüğü nesneler ve tabiat, şahit olduğu hr türlü vaka, onun zihninde derhal imgeye dönüşür ve Tanpınar’ın şiiri ve yazısı kendine göre bir formata bürünerek buradan doğar, gelişir.

İşte Kaplan, burada farklı bir noktada duruyor. Onda okuduğu, incelediği şiir, roman ne olursa olsun, Tanpınar’ın zihninde olduğu gibi imgeye dönüşmüyor. Tam tersine, hemen her şey başlangıçta akli ve mantıkî kategorilere inkilâb ediyor; ardından da gene şiirle hiç mi hiç alâkası bulunmayan soyut düşünce verimlerine ulaşılıyor. İşte bu yönü ile Tanpınar’ın, Mehmet Kaplan üzerinde, hemen hemen hiçbir tesiri ile karşılaşmadığımı söylemek isterim.

Ama bu söylediklerimizin bir istisnası da yok değil. Meselâ Tanpınar’ın, Kaplan üzerinden izleyebildiğimiz bazı fikir tesirlerinde olduğu gibi. Yahya Kemal ile Kaplan’ın ilişkisini kurmak gibi!.. Kaplan’da çok daha ilerilerde karşılaşacağımız tarih düşüncesi, tarihî bir arka planla kendimizi ve milliyetimizi yorumlamayı edinmesi gibi. Yani Kaplan Tanpınar’ın asistanı olsa, doktorasını ondan yapmış olsa bile, İstanbul Kültür dergisi yıllarında, Kaplan’da bu tür fikirler ön planda değil.

Analitik bir zekâ, terkip yapma kabiliyeti, ele aldığı metin karşısında şaşırmamak ve ona derhal hakim olabilmek gibi yüksek bir yetenek!.. Bunların hepsi onda var. Fakat bu yüksek kapasitenin fikrî, felsefî arka planı ne? İşte onda bu sıralarda, henüz daha Tanpınar tarzı bir düşünce içeriği mevcut değil. O zaman sorulacaktır kuşkusuz: Kaplan’ın her vesile ile Yunus’a, Hacı Bayram Veli’ye, Tanpınar’a, tarih duygusuna kendini istinad ettirmeleri nerede? Bunlar da mı yok diyeceksiniz? Evet serâpâ bir zekâ!.. Karşısına çıkan her türlü metni de fethetmeye müheyyâ bir ruh onda gördüğümüz. Onun dayanakları, ölçüleri, dikkatleri, henüz daha tam olarak teşekkül etmiş gözükmüyor. Dolayısıyla burada Alain ‘in kılavuzluğu ile, mürebbilik rolü karşımıza çıkıyor. Nitekim yazdığı, yarı yarıya yöneticilik rolü üstlendiği İstanbul Kültür dergisinin her sayısında, Kaplan’dan bir Alain tercümesi okumaktayız. Alain’in onun üzerindeki tesiri, bir bakımda Tanpınar ile mukayese edilmeyecek derecede fazla. Ondan edindiği ise, düşünceyi bir değer olarak kavramak. Yazarak düşünmek, yazarken düşünmek!..

KAPLAN’IN ALAİN’İ, TANPINAR’IN KİMİ?

Mustafa Şekip, Tanpınar ve Abdülhak Şinasi’den iyi bildiğimiz bir Bergson cümlesi:” Değişerek devam etmek, devam ederek değişmek!..” Yani ne kadar değişirsek değişelim, hep kendimiz olarak kalmak!.. Böyle bir düşünce idrakini henüz Kaplan’da görmüyoruz demek istiyorum. Onun yerine Kaplan, Alain’den öğrendiği spot bir cümleyi kendine kılavuz edinmiş, onunla iktifâ halinde: “ Yazarak düşünmek, yazarken düşünmek!..” Fakat Mehmet Kaplan’ın bu yıllarda Alain’den yaptığı sayısız tercümenin, ileride neden bir kitaba dönüştürülmediği sorusunu sormadan da yapmıyorum. Bu bakımdan derginin her sayısında karşımıza çıkan Alain tercümelerinin, kendi içinde bir kitaba dönüştürülmesi ne kadar isabetli olurdu?

Demek ki Kaplan, on beş günlük periyotlarla çıkan derginin her sayısı için, başta edebiyata dair mufassal bir yazı hazırlıyor: Buna ilâve olarak da Alain’den mutlaka bir tercüme yapıyor. Ayırca Edebiyat Fakültesi hocalarından, İstanbul’un ileri gelen bilim ve sanat çevrelerinden yazılar toplamasını, yeni sayıları planlamasını da bunlara ilâ etmek gerekecek.

Bunlarla da yetinmiyor Kaplan. Mavera dergisi için Cahit Zarifoğlu’nun yaptığı bir işi de üstleniyor. Sanata ve edebiyata ilgi duyan genç kuşaklarla sürekli haşır neşir oluyor. Dergi sağdan soldan, İstanbul veya Anadolu’dan gönderilen şiirlerle, genç şair adaylarıyla haddinden fazla meşgul. Onların elinden tutmak istiyor. Bazen düşünce, bazen de iyi şiire ulaşmak yolunda, onlara kılavuzluk etmeye çalışıyor. Tam bir mürebbilik rolü oynuyor ilgili işi yaparken.

KAPLAN’IN ELİNDEN TUTTUĞU GENÇLER

Bir an geliyor, Kaplan yaptığı işi öyle ciddiye alıyor ki, derginin son sayfalarında gençlere bazen kısa, bazen geniş yazılı cevaplar veriyor. Hemen her sayı, derginin son sayfalarında “ Gençlerle Başbaşa”, “ Genç Kalemler” ve “Yeni Kalemler” gibi başlıklardan birini kullanarak, yeni nesillerle verimli bir diyalog oluşturuluyor. Belki inanamayacaksınız, bu sayfalar aracılığı ile, belki binin üzerinde gençle bağlantı kuruyor. Buradan da tahminlerin ötesinde bir okuyucu patlamasına maruz kalıyor İstanbul Kültür dergisi. Dolayısıyla Kaplan, İstanbul Kültür dergisinin asıl yöneticisi konumundaki Hamit Ongunsu ile Neşet Halil Atay nezdinde, o kadar büyük bir imkân. Nitekim bunun bir işareti de, Kaplan’ın aldığı maaşın sık sık artırılması.

Bunlar kuşkusuz, işin biraz da magazin tarafı. Fakat Kaplan’ın emek verdiği gençler ne oldu dersiniz? Ya da o kadar şiir ve yazıdan geriye kalan ne? Şüphesiz onların çoğu ne hatırlanan, ne de ileride kitaplara girecek cinsten şeyler olamazdı. Belki de genç yazıcıların, ilk elden boşalmaları cinsinden denemeleri de onlar. Ama burada kaydetmem gerekirse, daha 1943-1946 yılları arasında bir Edip Cansever, Ceyhun Atıf Kansu, Adnan Ardağı, İlhan Geçer, Şükran Kudakul, Nüzhet Erman, Şinasi Özdenoğlu, Muhtar Körükçü, Muzaffer Uyguner, Muzaffer Şerif Onaran, Ümit Yaşar Oğuzcan, Çetin Altan, Ercüment Uçarı, Turhan Oğuzkan, Asım Bezirci, Halide Dolu, Talât Tekin, Sabih Şendil, Turgut Yücel, Şemsi Belli, Ayhan Hünalp, Bekir Sıtkı Erdoğan, İbrahim Minnetoğlu vs. Hemen hepsi Kaplan’ın avucundan su içmişler.

Daha böyle kırk elli isim var ki, onların elinden ilk tutan, kendine muhatap alarak değer veren, onlardaki bir kabiliyeti keşfetmekten bayağı haz duyan Mehmet Kaplan’ın bu yönünü tanımak, doğrusu benim için de büyük bir mutluluk oldu diyebilirim.

Yüzyılın sıradanlığı

Almudena Grandes imzalı İnsan Coğrafyası Atlası tesadüfen bir projede buluşan Rosa, Maria, Fran ve Ana’nın hikayesini anlatıyor. Bir yayınevi için Dünya Coğrafyası Atlası’nı hazırlamak isteyen dörtlü korku, kaygı, pişmanlıkların çoğaldığı hayatlarında bir yandan Atlas’a bilgi toplar bir yandan da kendilerini tanımaya çalışır. Yazar Grandes, okuru sıradan hayatların keşfine çıkartıyor.


1960 Madrid doğumlu, doğduğu şehirde coğrafya ve tarih okuyan, Las edades de Lulu adlı romanıyla bir anda dünya çapında şöhrete kavuşan, Türkçede daha önce Kadın Modeller, Jules Verne Okuru (Alfa Yayınları, 2017) gibi kitapları yayımlanan İspanyol yazar Almudena Grandes’in İnsan Coğrafyası Atlası adlı çalışması Alfa Yayınlarının Edebiyat Dizisinden yayımlandı. İnsan Coğrafyası Atlası’nın çevirmenliğini Juan Goytisolo’dan Marx’ların Öyküsü, Marguerite Yourcenar’dan Akan Su Gibi, Dan Franck’tan Gece Gelen Kadın gibi eserleri de dilimize kazandıran Muhittin Karkın üstlenmiş.

TESADÜFLER VE KEŞİFLER

İspanyol El Pais gazetesinde köşe yazarlığı ve radyo programcılığı yapan Almudena Grandes kendi deyimiyle kabalaşan ve aptallaşan İspanyol toplumunun, başkasının acısına önem vermeyen, tüketim çılgınlığı ve kaba bir materyalizmle yoğrulmuş duyarsızlığına ve kayıtsızlığına eğilen bir yazar. Grandes içerisinde bulunduğumuz yüzyılın insanlarına büyük bir gerçekçilik ve şiddetli bir psikolojik gözlem yöntemiyle bakmaktadır.

İnsan Coğrafyası Atlası ise Rosa, Marisa, Fran ve Ana isimli dört kadının merkezde olduğu bir yapıt. Büyük bir yayınevi için fasiküller halinde dünya coğrafyası atlası hazırlama işi için tesadüfen bir araya gelir bu dört kadın. İnsani kaygıların, pişmanlıklar, tutkular ve korkularla yüzleştiği yaşa, yani o kritik evreye gelmek gibi çok önemli bir ortak noktaları olan bu dört kadın, bir yandan yayınevinin onların tesadüfen bir araya gelmelerine vesile olan dünya coğrafyası atlası için araştırma yaparken bir yandan da kendi kişisel coğrafyalarındaki konumlarını belirlemek zorunda kalmışlardır.

BEYAZ PERDEYE AKTARILDI

Yalnızlıkları, örselenmiş hayalleri, yaşlanmanın acımasızlığını, umutsuzluğu, kısacası hayata dair birçok şeyi, bu dört kadınla, bu onların kendilerini keşfetme sürecinde beraber deneyimleriz. Onların hayatında kendimizden çok şey buluruz: Sevinçleri, üzüntüleri, aşkları, aile yaşantıları bizimkilerden çok da farklı değildir. Her şey bize ve hayata o kadar benzer ki... İmkansızın imkansız olmadığı, sıradan hayatların da tekdüze olmayacağını bize çok güzel aktaran bir roman İnsan Coğrafyası Atlası.

Unutmadan İnsan Coğrafyası Atlası’nın 2007 yılında İspanya’da yönetmen Azucena Rodriguez tarafından beyazperdeye uyarlandığını da ekleyelim.


#Zarifoğlu
#Kaplan
#Öykü
6 yıl önce