|

Endülüslü bir sufinin tuhaf hikâyesi

Endülüs’ün seçkin evlatlarından özgün bir karakteri etraflıca takdim eden bir eser yayımlandı: Hikâyem Ne Tuhaftır. Ahmet Murat Özel’in bu çalışmasında çok ilginç bir sufiyle karşı karşıyayız, kendileri hiç tanımadığımız bir şahsiyet. Şaşırtıcı olan ise müsteşriklerin onlarca yıl önce sufimiz hakkında araştırmalar, incelemeler yapmış olması.

Suleyha Şişman
04:00 - 10/10/2018 Çarşamba
Güncelleme: 13:52 - 9/10/2018 Salı
Yeni Şafak
“Şüşterî’nin hayatını ve tasavvufî yolculuğunu en iyi, çalışmamızın başlığına aldığımız Hikâyem ne tuhaftır dizesi anlatmaktadır."
“Şüşterî’nin hayatını ve tasavvufî yolculuğunu en iyi, çalışmamızın başlığına aldığımız Hikâyem ne tuhaftır dizesi anlatmaktadır."

Endülüs-Mağrib tarihine pek aşina değiliz. Endülüs’ün tasavvuf tarihi de bu kapsama dâhil. Tabii coğrafyamızın baş tacı ettiği İbn Arabî gibi bir isme hürmetkârız ama Şeyhü’l-Ekber’in yetiştiği ortamlarla da tanışıklığımızın pek yakından olduğu söylenemez.

Endülüs’ün seçkin evlatlarından özgün bir karakteri etraflıca takdim eden bir eser yayımlandı: Hikâyem Ne Tuhaftır. Bu çalışmada çok ilginç bir sufiyle karşı karşıyayız, kendileri hiç tanımadığımız bir şahsiyet. Öyle ki TDV İslam Ansiklopedisi’nde bir maddesi bile yok. Şaşırtıcı olan ise müsteşriklerin onlarca yıl önce sufimiz hakkında araştırmalar, incelemeler yapıp makaleler, kitaplar yazmış olmaları. Mesela MEB’in İslam Ansiklopedisi’ndeki madde yazarı ünlü bir isim: Louis Massignon. Yahut İspanyol bir araştırmacı sufimiz hakkında bir kitap kaleme alabiliyor ve sufimizi “batı İslam dünyasının Mevlana’sı” olarak nitelendirebiliyor.

Sufimiz, Ebu’l-Hasan eş-Şüşterî (ö. 668/1269). İsminin bugünlere kadar gelmesini büyük ölçüde borçlu olduğu divanındaki şiirleri her türden tasavvufi muhit içinde terennüm edilegelmiş, özellikle Arap kökenli tarikatların zikir meclislerinin hep bir parçası, süsü olmuş. Bazı şiirleri Ebu’l-Hasan eş-Şazelî’ninkilerle karıştırılmış olmakla beraber yüksek tasavvufi anlamları geniş kitlelerin anlayabileceği şekilde yalın bir üslupla ifade etme becerisiyle Yunus Emre’mize benzer şekilde nam salmış. Şöyle etkileri de olmuş: Ahmet Zerrûk ve İbn Acibe onun bazı şiirlerine şerhler yazmışlar, Abdülganî Nablusî ise onu itham edenlere karşı savunan bir risale kaleme almış.

Kutup mu, zındık mı?

İtikad ve amelî uygulamalar açısından Şüşterî pek çok eleştirilere maruz kalmış. İbn Teymiye ve İbn Haldun gibi meşhur münekkitlerce vahdet-i vücudcuların ya da vahdet-i mutlakacıların safına yazılıp biraz da şeyhi ve üstadı İbn Seb’în’in görüşleri ve itibarı dolayısıyla peşin hükümle değerlendirilivermiş.

“İnsanlar onun hakkında kendisine kutupluk atfetmekle küfür isnad etmek arasında ihtilafa düşmüşlerdir” diyen Timbuktî, Şüşterî hakkındaki kanaatler yelpazesinin karşıtlığını ortaya koyuyor. Ahmet Murat Özel bu eserinde, itikadi anlamda hululcülük ve ittihadla suçlanan Şüşterî’nin risalelerinde tercih ettiği aklıbaşında, mutedil ve Ehl-i Sünnet’e muvafık yazılarından ve bizzat kendisinin bu batıl görüşleri eleştirmesinden hareketle onun Ehl-i Sünnet dairesi içinde düşünülmesi gereken bir sufi olduğunu farklı argümanlarla ele alıyor.

Kendisini tanıtma şekli, kendisine Sünni demesi, peygamber ve ashap tasavvuru, itikadi görüşleri, hululü ve ittihadı biteviye eleştirmesi, kendisine yönelik eleştirilere akli cevaplar vermek yerine sürekli Ehl-i Sünnet’in en muteber kaynaklarından nakli cevaplar vermesi hep bize onun heterodoksiden uzak olduğunu göstermektedir.

Sufimiz seyyah dervişler güruhundan. Mağrib bölgesinden Orta Doğu’ya uzanan bir güzergâhta sayıları bazen eksilmekle beraber yaklaşık dört yüz civarındaki fukarasıyla seyir hâlinde. Bu dervişler mütecerrid yani bekârlar, ama bir topluluğa dâhiller, müstakil takılmayı hoş görmüyorlar. Kendi içlerinde cezalandırma adapları var, Şüşteriyye ismiyle anılan tarikatlarında kendilerine has bir erkâna tabiler. Serde biraz da Kalenderîlik var, özellikle kafa tıraşları hayli dikkat çekiyor. Ve biz bu grubun fukarasının niçin durmadan eleştirilere maruz kaldığını değil görüşlerinden, görünümlerinden bile anlıyoruz.

Başları cavlak, üzerleri pejmürde, yedikleri içtikleri sadaka şeklinde yani fukara, dünyayı terk edip zühde tutunan, zâhiri ihmal edip manevi gayelerine sarılan bir yaşam tarzı tutturmuş... Şüşterî bizzat kendisini anlattığı şiirinde fukaranın ahvalini de tasvir etmiş oluyor: Giyiniriz/ Sicim ve iğneyle/ Atılmış bir sûfu./ Bir dilim ekmek dileniriz/ “Bu da kim [derler]”/ Şaşkınlık içindedir insanlar/ Baş kabak/ Mestane yürürüz/ Dileniriz çarşıda/ Ya da bir konakta/ Yalın ayak, ver deriz/ Allah rıza için. (...) Bazen de otururuz/ Yürümek gelmez aklıma/ Uyumak dileriz/ Topraktır döşeğimiz/ Otları yeriz/ O’nunla hoştur hayatım benim. (...) İstiridye kabuğundan/ Keşkülüm yanımda/ Asama takılıdır/ İbriğim/ Tencere gibidir/ Cascavlak kafam. (...) Ne bir kadı tanırız/ Ne de bir vali/ En uygunu budur/ Ve halim için en şereflisi/ Böyle vasfedilir/ Yüksek mertebe (....) Bu ameller dışında/ Ne varsa noksandır/ Vezir ya da sultan önünde/ Eğilen kimse/ Kendini bilmezdir/ Ve evet şaşkındır.

Tuhaf bir şekilde yazarımızın da Kalender isminde bir şiiri vardır: Kalenderiz, sesimiz çatal, suyumuz karanlık/ Karanlık ve acı mı? Acı da ne demek?/ Kaderimiz bir Pazar’ın akşam saatleri/ Gel Allah’ın zabıtası topla bizi// Kalenderiz, sakalsız, taraksız, cascavlak/ Rabbini tüysüz bir oğlan suretinde gördü Şah/ Zahit bizi tayin eyleme, ta’n eyleme, tam eyleme/ Höykürür Zebur, kamburumuz Arafat// Kalenderiz, cemaat değil, dernek hiç/ Etkili yakınlarımızı yaktık güne zinde başladık/ Sesimiz ulaşmaz şükür koca Tanrı’dan gayrıya/ Zırnık biziz, halt biziz, biziz hiç.

Süleymaniye Kütüphanesi’nden bir sürpriz

Yazmalar dünyası söz konusu olunca, umulmadık havadisler hiç bitmiyor; şu kütüphaneden, bu merkezden sürpriz bir risale hemen devreye girebiliyor. Şüşterî bağlamında da böyle oluyor. İstanbul gibi bir şehir, Süleymaniye gibi bir yazma cenneti onun eserlerine bigane kalmayarak hem hakkını teslim etmiş hem de kendisinin yetkinliğini bir kez daha göstermiş oluyor. Ahmet Murat Özel, Şüşterî’nin bu kitapla ilk defa tasavvuf araştırmacılarına tanıtılan birkaç risalesini de değerlendiriyor. Kitap bu hususiyetiyle eski araştırmalara yeni bir boyut da ekliyor.

Evet, Hikâyem Ne Tuhaftır’ı okuduk. Garip bir sufiyi hemencecik benimsedik. Son söz Ahmet Murat’tan gelsin: “Şüşterî’nin hayatını ve tasavvufî yolculuğunu en iyi, çalışmamızın başlığına aldığımız Hikâyem ne tuhaftır dizesi anlatmaktadır. Zındıklıkla da itham edilmiş, kutuplukla da nitelenmiş; görüşleri bazı Sünnî çevrelerce aşırı bulunurken, başka bazı Sünnî tekkelerde şiirleri popülerleşmiş; onlarca sene sayıları birkaç yüzü bulan bir gezgin derviş topluluğuna önderlik etmiş; Kalenderî ama mutedil; vahdet-i mutlaka sözcüsü ama orta yolcu bu sufi şair ve şeyhin hikâyesi gerçekten de ne tuhaftır.”

#Hikayem Ne Tuhaftır
#Ahmet Murat Özel
#Yeni Şafak Kitap Eki
#Kitap Eki
6 yıl önce