|

En büyük inkılaptır aşk

Televizyon programcısı ve şair Serdar Tuncer'in "Sermayem Yok Derdimden Başka" adlı kitabı Ketebe Yayınevi arasından okurla buluştu. Kitabında hayatımızın olmazsa olmazının Allah'ı tanımak olduğunu ifade eden yazar, yanlışlıkları ve eksikliklerimizi aşksızlığa ve samimi olmayışımıza bağlayarak pek çok başlık altında konuyu irdeliyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 10/03/2018 Cumartesi
Güncelleme: 03:52 - 10/03/2018 Cumartesi
Yeni Şafak
​Televizyon programcısı ve şair Serdar Tuncer
​Televizyon programcısı ve şair Serdar Tuncer

Hayatta olmazsa olmazlarınızı düşündüğünüz oldu mu hiç? Ya da olmazsa da olurlarınızı bir kenara bırakıp yüklerinizden kurtulmayı denediniz mi? Tüm bu soruları bir kenara bırakıp asıl soruyu soralım kendimize: “Olmazsa olmazımız ne olmalı?” Serdar Tuncer bu soruya “Allah’ı tanımak” diye cevap veriyor. Çünkü dünyaya bunun için geldik. Fakat insanın tanımadığı Rabb’e eylediği kulluk da noksan değil midir? Tuncer, “Sermayem Yok Derdimden Başka” kitabında bütün yanlışların, eksiklerin sebebini tek bir nedene bağlıyor: Aşksızız! Üstelik sadece mahzun yurdumuzda değil tüm dünyanın bu hastalıkla kıvrandığını gözler önüne seriyor. Eğitimden kültüre, şehirden ahlâka, liyakatten mihenge, şahsiyetten üsluba kadar...Bütün bu hatalar büyük bir ağacın dalları gibidir. Gövdeden başlayıp köklere kadar ağacın röntgenini çektiğimizde karşımıza ne olduğunu bilmediğimiz şekiller değil; ilkokul terkimizin bile anlayacağı açıklıkta kocaman harflerle yazılmış tek bir kelime: Aşksızlık.

İHYA EDİCİ EYLEM

Aşkın romantik bir eylemsiz hali olmadığını anlatan Tuncer, onu şöyle tanımlar: “Yeryüzünün en tesirli, en kavi, en şerefli, en ihya edici eylemi...Senden başlayarak bütün insanlığı ayağa kaldıracak yegâne ve muazzam inkılap. Nefsini ıslah edemeyenin başkasına salah götüremeyeceğinin göklerce perçini.Yalan dertlere derman aramak çukurundan, hakiki derdi bulma göğüne yükseliştir aşk.” Aşksızlığın nedenini bulunca dünyanın bir eksiklikten kurtulacağına inanan yazar, politize bir kafayla bağırmak yerine kendi içine kalbî bir idrakle susmayı önceler. Malın mülkün, çoluk çocuğun, heva hevesin, makam mansıbın hepsi O’nun ve bireyin arasında bir perdedir. İşte vuslatın en büyük perdesini bilerek aradan kaldırma cehdi de bir aşktır.


SUYUN KAYNAĞI KALP

Bu aşktan bihaber “Ne için varım” ve “Yaşamak ne, ölmek ne” diye bir meselesi olmayan kişi ona göre bir ölüden farksızdır. Çünkü ölmeden evvel ölmek mesuliyetini yüklenemeyenden yaşıyor diye bahsetmek mümkün değildir. İsminden başka cevabı olmayanın kim olduğunun başkalarının nezdinde de pek bir ehemmiyeti yoktur. Aslında hiçbirimizin yeni ve pırıltılı cümlelere ihtiyacı olmadığına değinen yazar, hepimizin pir ü pak dudaklara muhtaç olduğunu anlatır: “Suyun kaynağı tertemiz değilse altında duranlar ıslanır sadece, ıslanır ve kirlenir ama yıkanıp temizlenemezler. Suyun kaynağı kalptir. Kalp selîm olacak ki dudaktan dökülen şifa olsun. İnsan ezberin ötesine geçip bildiğini hazmetse ve bedelini ödese, gayret edip görse, görmeyi aşıp olsa, nihayet kalbini de selim eylese yeter mi? Hayır! Hakiki fayda için başka bir şey daha lazım galiba: Söyleyeni aradan çıkarmak. Senden konuşan sen olmayasıya susacaksın Allah’tan gayrısına. Dudak sende kıpırdayacak ama söyleyen sen olmayacaksın. Zor ama elzem. Söz böyle söylendiği vakit eskimiyor çünkü”

GARİP BİR YOLCUYUZ

“Büyük randevu, bilsem nerede saat kaçta Tabutumun tahtası, bilsem hangi ağaçta”

Günümüz dünyasında kimsenin kul olma gibi bir derdi olmadığını da vurgulayan yazar, “Almayı istediğimiz ev, gördükçe iç geçirdiğimiz araba, kazanmayı hayal ettiğimiz para kadar meşgul etmiyor kalbimizi kul olmak. Hayat dediğimiz şeyin, altında biraz eğleştiğimiz bir ağaç gölgesi olduğunu unuttuk. Bu dünyada garip bir yolcu olduğumuzu hatırlamıyoruz bile. Giderken geride bırakacağımız her şeyin daha fazlasını avuçlarımıza almak istiyoruz. Yanımıza alacağımız yegâne sermayenin azını bile tutamıyoruz ellerimizde” sözleriyle dile getiriyor. Bu noktada herkesi açık yüreklilikle itirafçı olmaya çağırarak Allah rızası için sevmenin sadece dilimizde olduğunu, sevdiklerimiz bir nimete erişince dillerimizden yalandan tebrikler döküldüğünü, dedikodu edemeden sohbet edemediğimizi, herkesi eleştirebilecek kadar mükemmel olup hiç kimsenin bizi eleştirmesine fırsat vermediğimiz gerçeklerimi yüzümüze vurarak pek çoğumuzun bir ilmihali baştan sona okumadığımızı da gözler önüne seriyor.

ŞUUR VE MESULİYETE ERİŞMEK

Eserinde dünya ve hayat kavramlarına da değinen yazar, “İnsan olmak için gönderilip hayvan olmamak için didindiğimiz mekâna dünya; söz konusu gaye için didinip çabalayışımıza da kısaca hayat diyoruz” ifadeleriyle bir tarif getiriyor. İnsanların samimiyetten uzak ve bedel ödemeyi göze alabilecek kadar cesur olmadığına da belirten yazara göre kişinin yahut eylemin iyi-kötü ve/ya doğru-yanlış olmasında tek mihengin hak ve hakikat olduğunu vurgular. Kişiler ve eylemler bize yahut sevdiklerimize sağladıkları fayda sebebiyle değil, hakikat nispetlerine göre iyi-kötü, doğru-yanlış diye tarif edilebilir: “Şöyle ki; filan adam gitmeli çünkü devleti yönetenlere zarar veriyor dediğiniz takdirde aynı adamın faydalı olmak şartıyla kalmasına da rıza göstermiş olursunuz. Dahası iyiyi ve doğruyu yanlış bir referans noktası üzerinden tespit etmeye başlarsınız.”

İçimizden bazılarının akıl ve kalbine itimat edip bir şeyler yapması gerektiğini belirten yazar, her birimizin; ‘Ben kimim ve benim yaptığımla ne olacak ki?’ umursamazlığından; ‘Ben bir hiçim ama bir şeyler yapmazsam hiç kimsenin yaptığının bir mânâsı kalmayacak’ şuur ve mesuliyetine erişmek borcunda olduğunu anlatıyor. Sahiplendiğimiz davayı ‘Ben olmasam bu işler olmaz’ kibriyle yol yürüyenlerden ziyade, ‘Bu taşın altına yüreğimi koymazsam benim ne anlamım var’ idrakiyle omuzlayıp hareket etmemimiz gerektiğinin de üzerine durur.

Ülkemizde ve dünyanın dört bir yanında yaşanan olaylara bakıp hep bir ağızdan “Bu dünyanın çivisi çıkmış!” cümlesini kurduğumuzu hatırlatan Tuncer, “Ülkeyi iç savaşa sürüklemek için kalkışma yapıyorlar, ülke birbirine biraz daha kenetleniyor. Türk’ü Kürt’e düşman etmek için Kayseri’de bir bomba patlatıyorlar, elinde Türk bayrakları, dillerinde “Kahrolsun PKK” sloganları ile Diyarbakır, Hakkâri, Van ayağa kalkıyor. Hilâlin altında farklılıklarımızı bir kenara bırakarak toplanabildiğimiz gün, ne kadar kalabalık ve ne kadar ‘bir’ olabildiğimizi göreceğiz ve bu ‘bir’in neler yapabildiğini bütün dünya bir kez daha hayret ve hayranlıkla seyredecek” diyerek kitabın son kısmında “Türkiye Fikri” başlığı altında okurla fikirlerini paylaşıyor.

#PKK
#Serdar Tuncer
6 yıl önce