|

Diyar’ı Rum üzerine yeniden düşünmek

Diyar-ı Rum neresidir? Diyar-ı Rum kavramı üzerinden vatan, millet, soy gibi kavramlar tartışılabilir mi? Cemal Kafadar’ın Metis Yayınları arasında çıkan ‘Kendine ait bir Roma’ kitabı işte bu sorulara ön yargıları kırarak cevap arıyor.

Yeni Şafak
23:39 - 12/07/2017 Çarşamba
Güncelleme: 23:41 - 9/08/2017 Çarşamba
Yeni Şafak
​Diyar’ı Rum üzerine yeniden düşünmek
​Diyar’ı Rum üzerine yeniden düşünmek

Biraz ilgilenenler hemen fark edecektir ki “kültürel coğrafya ve kimlik üzerine” yapılmış çok sayıda çalışma vardır. Modernizmle birlikte bu konular her yeni kuşak tarafından farklı bağlamlar içerisinde yeniden yeniden tartışılmıştır. Bazı yazarlar milliyetçilik üzerinden modernizmi, bazıları modernizm üzerinden emperyalizmi, bazılarıysa emperyalizm üzerinden milliyetçiliği eleştirmiştir. Çünkü bu kavramların birbirini doğurduğu gibi genel bir kanaat vardır.

Kendine Ait Bir Roma’yı bu güne kadar kültürel coğrafya ve kimlik üzerine yapılan çalışmalardan farklı kılan özelliklere bakmak gerekir. Birincisi; Cemal Kafadar bugüne kadar vatan, millet, ırk, coğrafya gibi konularda yaşanan cepheleşmelerden hiçbirine sıcak bakmamaktadır. Daha doğrusu o, herhangi bir cephe içinden konuşmamaktadır. O, bugüne kadar oluşturulmuş bütün yaklaşımlara eşit mesafede durmaya çalışarak konuyu ele almak ister. Öyle yaptığı için de önünde çok cepheli, çok boyutlu, geniş bir alan bulur.

DİYAR-I RUM NERESİDİR

İkincisi; Kendine Ait Bir Roma için klasik bir tarih kitabı diyemeyiz. O, konusu tarih olan bir düşünce kitabıdır. Cemal Kafadar konuyla ilgili bugüne kadar oluşmuş bütün önyargıları kırmak ister. Klişe ve önyargıların konuyu kısıtladığı, bakış açısını daralttığı görüşündedir. Bu yüzden Cemal Kafadar kesin, keskin sonuçlara ulaşmaktan kaçınır. Ele aldığı bütün bilgilere ve tartışlara soru işareti koymakla yetinir. Çünkü konunun ucu bucağı yoktur. Bu kavramlar neredeyse her dönemde farklı anlamlarda kullanılmıştır.


Cemal Kafadar’ın dikkatimizi çektiği ilk klişe: vatan, kimlik, coğrafya gibi aidiyet unsurlarının modern zamanlara özgü duygular olmadığıdır. Modernizm öncesinde de bu tür kavramlar vardı. İnsanlar bu duyguları hissederdi. En önemlisi de bu duygular doğrultusunda hayatlarını biçimlendirirlerdi. Oluşturulan kültür de zaten bunu gerektirir. Fakat birer ideoloji halinde yaşanmazlardı. Milliyetçilik hiçbir zaman modern zamanlardaki kadar gerilimli bir konu olmamıştır. Gerilimli bir konu olmadığı için de modernizm öncesinde sanki yokmuş ya da önemsenmemiş sanılmaktadır. Cemal Kafadar bu sanının araştırmacıları yanlış sonuçlara götürdüğünü söylemektedir. Ya da modernizmle birlikte yükselişe geçen milliyetçiliğin önceki yüzyıllara dair yapılan araştırmaları çarpıttığını söylemektedir. Örneğin; Türk-Yunan Harbi’nden dolayı Rumî kelimesinin kullanımında görülen değişiklik... Oysa bir tarz, coğrafya, biçim, stil, yaklaşım belirtmek için kullanılan “Rumî”; 19. yüzyıla kadar rahatlıkla kullanılan ve aidiyet belirten bir kelimedir. Mevlana Celalettin Rumî ve Eşrefoğlu Rumî ilk akla gelen örneklerdir. Fakat yaşanan savaşlardan dolayı 19. yüzyıldan sonra hiç kimse böyle bir mahlası, ismi, sıfatı almak istemez.

DİYAR-I RUM’UN DEĞİŞEN ANLAMI

İşin tuhaf tarafı ve belki de Cemal Kafadar’a bu kitabı yazdıran unsur; Rumî kelimesini Türkler kullanmak istemediği gibi Yunanlar da kullanmak istemezler. Çünkü Anadolu’dan Yunanistan’a göç ettiklerinde kültürlerini değiştirmek zorunda kalmışlardır. Yunanistan’da diyar-ı Rum’dan göç eden kişilere “yoğurtla vaftiz edilenler” denilmesi manidardır. Yoğurt çünkü diyar-ı Rum’un kültürel kotlarından biridir. Cemal Kafadar biraz da bu yüzden “Diyar-ı Rum” üzerine düşünmeye başlar. Yani diyar-ı Rum neresiydi? Diyar-ı Rum’un anlamı neydi? Diyar-ı Rum denince ne gibi özellikler kastediliyordu ki 19. yüzyıla kadar insanlar onu kendilerini övmek için kullanırken, 19. yüzyıldan sonra kullanmamak için özen göstermişlerdir?

Cemal Kafadar bu noktada diyar-ı Rum ismini bir anahtar kavram olarak kullanır. Hem diyar-ı Rum’un ne anlama geldiğini araştırır, hem de bu kelime üzerinden dönemler arası bir zihin okuması gerçekleştirmeye çalışır. Aslında ele aldığı konu ve uyguladığı yöntem daha hacimli bir eser yazmaya sevk edebilirdi onu. Fakat o, bundan önce yukarıda değindiğimiz gibi soru işaretleri bırakmak ister. Öncelikle genel önyargıları kırmak gerekir. Diğer deyişle, Cemal Kafadar konuyla ilgili yeni bir kapı açmak ister. Bu yüzden değişik tamlamalar kullanır. Örneğin “Türkdilli Müslüman Anadolu” gibi. Çünkü Anadolu’da yaşayan ve Türkçe konuşan Müslümanlar tek bir soydan gelmemişlerdir. İçlerinde Arap, Acem, Kürt, Türk, Çerkez ve daha başka yüzlerce soy vardır. Bunlar “Acem diyarı” veya “Arap diyarı”ndan olmadıklarını belirtmek için “diyar-ı Rum”u kullanmışlardır.

Cemal Kafadar bu noktada sorar “Neden atalarımız onu (yurdu, diyar-ı Rum’u) başkalarıyla paylaşmıştı?”. Cevap olarak da “Çünkü onlar hoşgörülüydüler – ayrıca Selçuklular ve Osmanlılar Türk olduklarını unutup Pers, Arap ve Bizans kültürlerine gönül vermişlerdi, vd.” der.

ULUS KAVRAMINA MESAFE KOYMAK

Bizce Cemal Kafadar böyle muğlak bir cevapla konuya dair tartışma ve karmaşaya katkıda bulunmuştur. Çünkü “hoşgörülü olmakla”, “gönül vermek” çok bilinebilecek şeyler değildir. Hiç olmazsa dışarıdan bakıldığında... Hele ki araya bunca zaman aralığı girdikten sonra Osmanlıların hoşgörüsü veya gönül verdiği şeyler hakkında konuşmak, kişiye göre değişecek tespitlerdir. Cemal Kafadar Osmanlıların “hoşgörülü olmaları” için ne gibi sebepleri olduğuna da bakmalı değil miydi? Ya da 19. yüzyıldan itibaren bu hoşgörünün neden ortadan kalktığının sebeplerini tartışması gerekmez miydi? İmparatorluğun hoşgörü siyaseti gütmesi için ne kadar sebebi varsa, ulus devletlerin hoşgörü göstermemesi için de o kadar, belki de ondan da fazla sebebi vardır. Bu durumda Cemal Kafadar’ın olaya yaklaşımı; şartları, yani zamanın gereklerini aşan bir hoşgörünün lüzumuna dair temennidir denilebilir.

Bu yüzden olsa gerek, Cemal Kafadar “ulus temelli kavramları ve anlatıları” yıkmak veya yıkmamak gereği arasında kalır. İkisine de mesafelidir demek daha doğru olur. Çünkü ulus temelli anlatıların yıkılmasıyla ortaya emperyalizmin yeni bir biçimi çıkabilir. Fakat her şeye ulus temelli bakmak da tarihe düşürülecek ışığın kısılması anlamına gelir. Cemal Kafadar’ın bu yaklaşımı da Kendine Ait Bir Roma’yı konuyla ilgili diğer çalışmalardan ayıran üçüncü yöndür.

ÖMER YALÇINOVA
#Roma
#Cemal Kafadar
#Kendine Ait Bir Roma
7 yıl önce
default-profile-img