Çizgileriyle bazen kitaplara hayat veren, bazense gazete sayfalarında gündemi özetleyen Hasan Aycın, çizgi hayatında 40 yılı geride bıraktı. İlk çizgisi 3 Şubat 1978’deki Yeni Devir gazetesinde yayınlanan çizer Cahit Zarifoğlu, Sezai Karakoç, Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören gibi birçok ismin kitap kapaklarını hazırladı. Yeri geldi afiş tasarladı, yeri geldi hadisleri çizgilere taşıdı. “Çizgide en esaslı dersi annemden aldım” diyen Aycın ile 40 yıl üzerinden bir röportaj gerçekleştirdik.
Çocukluk günlerimden ilk hatırladığım, babamın verdiği bir kağıda insan figürü çizmiştim. Babam aferin deyip neşelenmişti. Annemse kaygısını belli etti ve “Oğlum ahirette yaptığına can ver dediklerinde ne yapacaksın” demişti. Bu, çizgi yolunda aldığım en esaslı derstir. Zaten başka birinden de ders falan almadım.
Osman Bayraktar çizmem konusunda çok sıkıştırıyordu. Bursa'da, Merinos fabrikasında grafiker olarak çalışıyordum. Karalayıp durduğumu bilirdi. Okulda ve işte de birlikteydik, aynı şeyleri okur ve takip ederdik. O yıllarda dünyada 2 blok vardı. Sovyetler Birliği yıkılmamıştı. Yayınlanmış ilk çizgim o günlerin atmosferine denk geldiği için çizmiş olabilirim. Tam da hatırlamıyorum.
Osman Bayraktar, Vedat Şahin, Mahmut Kanık, Yasin Doğru, rahmetli İbrahim Ünal Taşkın.. vardı. Osman Konuk, İhsan Deniz, Mehmet Ocaktan, Mustafa Armağan’ın lise öğrencisi olduğu yıllardı.
Büyük Doğu artık çıkmıyordu ama şöhreti vardı. Diriliş, Edebiyat, Mavera ısrarla takip ettiğimiz dergilerdi. Sonrasında Aylık Dergi ve Yönelişler de kaçırmadığımız dergilerdendi. Tabi bunların yanında yetişebildiğimiz kadar taşra dergilerini de takip ederdik.
Bu dergilerin aboneliklerini, dağıtımını da takip ediyorduk. Bazen dergi adreslerine gidip ziyaret ediyorduk, o abiler bizim olduğumuz şehre geldiğinde ağırlıyorduk. Dergideki isimlerle irtibatımız başka bir açıdan sürüyordu. Cahit Zarifoğlu, “Mavera’da ‘Bizim Dünyamız’ diye bir köşemiz olsun istiyorum. Buraya bir başlık çalışması lazım demişti”. Ben de bir grafik çalışması göndermiştim. Cahit abi çok beğendi ve gel seninle müşterek bir kitap çıkartalım, bir sayfa yazı benden bir sayfa çizgi senden olsun diye yazmıştı mektubunda. İsteyen her dergiye yetişmeye çalışıyordum. Bizim camiada, dergilerde çizen pek olmadığı için epey bir onore edici bir kabul gördüm.
Çizgilere şimdiki gibi tek sayfa ayrılmazdı. Bir tek Sezai Karakoç, Diriliş’in birkaç sayısında Kemal Özyurt’un çizgilerine bir sayfa ayırdı. Dergilerde çizgiler genelde metin içlerinde, aralarda olurdu.
Gençlik döneminde kimliğiniz oluşmaya başlıyor. Kendinizi hangi ortamın içinde bulmuşsanız o ortamın değerleri sizin için belirleyici oluyor. Ben kendimi böyle buldum. Zaten geleneksel bir aile çizgisinden geliyorum. Çizmek, yazmaktan önce böyle bir ortama katılmak, bir anlamıyla da, kendinizi ifade etme biçimidir. Ben buyum diyorsunuz ki, güneşin altında bir yere eklemlenmişsiniz, ait olduğunuz bir yapı var. Siz de bütün bir gayretinizle elinizden ve yüreğinizden ne geliyorsa katkıda bulunuyorsunuz.
Bursa’nın kervansaray bir konumu vardır. İstanbul, İzmir, Ankara’nın kavşağındadır. Gelir geçerken uğrayanlar olurdu. İki defa Necip Fazıl üstadı konferansa getirmiştik. Konuşmaya başlar başlamaz seyirciden izin isteyip sigara yakardı, sonra da o sigara hiç sönmezdi. Konuşması bölünmesin diye kenarda bir çakmakçı olurdu. Bursa Tayyare Sineması’ndaki konferansta çakmakçı bendim mesela.
Önemli miydi bilmiyorum ama 70’lerin sonunda Milli Türk Talebe Birliği’nin Bursa şubesini kurmuştuk ve orada görev de almıştım. Bir gece afiş asmak için hazırlık yapıyoruz. Yapıştırıcı malzemeyi dar vakitte hazırlamamız gerekiyordu. Kimyasalları nasıl karıştıracağımızı, ne yapacağımızı bilmiyorduk. Ben de kolları sıvadım ve kovaları elle karıştırmaya başladım. Bir süre sonra ellerim iskelete döndü. Tıpta okuyan bir arkadaşımız plastik eldivensiz yapmayın, bu madde ellerindeki sıvıyı çekmiş dedi. Sonra yavaş yavaş düzeldi. İşte ertesi gün konferansta çakmakçılık yaptım. Bu nasıl bir şeydi, işte öyle bir şeydi...
Afişler basılı gelirdi ama bez afişleri ben yapardım. Milli Selamet Partisi’nin de seçim afişlerini ben yapmıştım. Çizerlikten önce amatör tabelacılık yapmıştım.
Bursa’da Sanat Ajans’ı açtık. Daha sonra İstanbul'da Ahmet Kot’la Yazıevi Tanıtım’ı kurduk. Özkul Eren de bize katılmıştı. Osman Bayraktar, Ahmet Akça’nın ortaklığında Marmara Reklam ve Pazarlama’yı kurduk. En son da Aycan Grafik’i kurdum.
Bizim parçalı bir kimliğimiz var. Bunu bir araya topladığınızda bir anlamı kalmıyor. Cami cemaatindenizdir, derneğe üyeyizdir, aile reisi, eş, mahalle sakini, yöneticiyizdir vs... Bütün bu faaliyetlerimize karşı içten gelerek, yan çizmeden katılıyorsanız hepsi tıkır tıkır yürür. İşin içine ikbal kaygısı girerse, şuna buna önem verirsem önüm açılır demeye başlarsınız. Dindeki farzlar gibi düşünürsek, farz-ı ayn’ları herkes yapmalıdır. Farz-ı kifaye ise bir kişinin yapmasıyla diğerlerinden düşen yükümlülüktür. Güneşin altında yapılması gerekenler konusunda kendi zamanınızda tekseniz, sizin için farz-ı kifaye yoktur. Grafikerliği diplomalı olarak yapmadım, çizimde kimse bana bir şey öğretmedi. Hiçbir yapıya ve kimseye kendimi borçlu hissetmedim. Müdanâsız şekilde, ilkeli olarak iş yapmaya çalıştım. Kendime bir kitap kapağı bile yapmadım. Hep başkalarının işini yaptım. Beğenmediğim, içime sinmeyen işleri hamdolsun yapmadım. Hangi dergiye katıldıysam hep yetiştim. İşlerimi de aksatmamaya çalıştım. Düzensiz biriyim ama nerde ne var bilirim.Şu gün dediysem yapmaya çalıştım ve Allah da nasip etti. Bir dönem zaman sıkıntısı çektim. Hatta kardeşim Mustafa birkaç ay hastanede yatmıştı. İşlerin yetişmesi için birkaç gece onu hastaneden kaçırmıştık. Haftanın 1-2 günü eve uğrayabiliyordum. Geç saatte girip sabah namazıyla çıkıyordum. Çocuklarla da ilgilenemedim bu dönemde.
- PİRİNÇ ÇUVALLARI ÜSTÜNDE DESEN ÇİZDİM
- * Ailenizin bakışı nasıldı?
- Bir günde yirminin üzerinde kapak yaptığım oldu. Bilgisayar yok, grafikerlik o zamanlar bilek isteyen bir işti. Yardımcı olmasalar yürütülebilecek gibi değildi. Hanım çocukları, evi çekip çevirmeseydi ben de bu kadar rahat olamazdım. Aycan Grafik zamanında da esas yükü çeken kardeşlerimdi. Hayatın yükünü karşılayanlar olmasa kolay değil.
- * Osman Konuk’un ilk kitabı “Seni Yalnız Ben Anlarım”ın iç desenleri size ait. Hikayesi nedir?
- Osman Konuk’un kitabı yayınlanırken Balıkesir’de pazarcılık yapıyordum. Osman bir gün tezgaha geldi. Onun neredeyse her bir şiirinin hikayesini biliyorum. Severdim de onun şiirini. Epey de tutulan bir şairdi o dönemde, rahmetli İlhami Çiçek ve Akif Kurtuluş’la birlikte. Önce kabul etmedim çünkü daha önce kitaplara desen çizmemiştim. Bir de ihtilal olmuş, Kenan Evren sakalı yasaklamış ben de ona kızıp sakal bırakmışım, askerlik hariç, o gün bugündür kesmedim. Çünkü o zamana kadar sakal kesmenin insanı kendinden uzaklaştıracağını hiç düşünmemiştim. Kenan Evren, Bursa’daki fabrikayı ziyarete geldiğinde de o günkü bir olaydan dolayı kapıyı çarpıp işi bırakmışım. Şimdi düşünüyorum da o olay olmasaydı, belki ben fabrikadan emekli olurdum. Çünkü çoluk çocuk varken işsiz kalmayı göze alamıyorsunuz... Çizgi takımlarım Bursa’da kalmıştı. Osman ısrar edince bakkaldan A4 kağıtları ve bir Senatör Gliss alıp pirinç çuvalları üstünde o desenleri çizdim.
Ben zamanımdan memnunum, hamdolsun güzel geçti. Yoruldum mu yoruldum, değdi mi hem de nasıl... Daha ne kadar gider, son çizgim masanın üstünde duran şu biraz önce çizdiğim çizgi mi olacak onu bilemiyorum. Ama ölünceye kadar annemin tembihinden çıkmamaya özen göstererek bu yolda olacağım. Kendi zamanlarımızı biz seçmedik. Allah’ın bizim için seçtiği zamanda yaşıyoruz. Bu devir bizim devrimizdir. Yunus der ya “Benim sahipkıran, devran benimdir”.