|

Bitlis: Bal, tütün ve kar

Kadim bir şehir olan Bitlis’in adı, rivayetlere göre, Büyük İskender’in kumandanlarından Badlis tarafından kurulmuş olmasından gelir. Evliya Çelebi’den Fransız seyyah Tavernier’ye, Hommaire de Hell’e, Kotschy’e, Deyrolle’a, İranlı seyyah ve şair Nasır-ı Hüsrev’e pekçok gezgin Bitlis’ten övgüyle bahsetmiştir.

Yeni Şafak
04:00 - 8/08/2018 Çarşamba
Güncelleme: 12:01 - 8/08/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
Bitlis
Bitlis
ARİF AY
AHİRZAMAN BEYİ(1)
-Bitlis’li Büyük Âlim’e-
Çık da Kaleye sorgula toprakları in de Dereyi

Konuşsun herkes sular tutuşacak Ahirzaman Beyi

Ne güzel arkadaşlık, ne güzel dostluk onlarınki. Bir araya gelmeyegörsünler daha bir imrenilesi hâle dönüşüverir bu dostluk, bu arkadaşlık. Öyle, bildiğimiz türden bir asker arkadaşlığının ötesinde bir arkadaşlık. Biri Ankara’da, öteki Bitlis’te yaşayan bu iki dostun zaman zaman bir araya gelişlerinde söz dönüp dolaşıp yine askerlik anılarına gelir. Bu anıların eşliğinde Bitlis de bir gök sofrası gibi kurulur ortaya. Belki de yüzlerce kez anlatılan bu anılar, yine ilk kez anlatılıyormuşcasına heyecanından, tazeliğinden, coşkusundan hiçbir şey kaybetmez. Hele de Kadı Teğmen Nuri Pakdil’in kışlada resmî bir törende yaptığı konuşmaya sıra geldiğinde bir kahkaha tufanı bulut olur, salonun tavanında binbir şekle dönüşür. Kimlerden mi söz ediyorum? Bu iki kadim dosttan biri Nuri Pakdil, öteki Hikmet Kuşçu’dur.

Kendisine sorulan “Osmanlı Simitçiler Kasidesi’nde Bitlis’li Büyük Âlim’e ithaf edilmiş bir şiir var. Kim olduğunu belirtebilir misiniz?” sorusuna verdiği yanıtla da belgelenir bu isim: “Askerlik arkadaşım Hikmet Kuşçu’dur.” (Tüm Karanlığa Yiğit Direniş / Konuşmalar 2, s.59)

KEKO NE ANLAMA GELİYOR?

Yine aynı kitapta “keko” ne anlama geliyor” sorusunu yanıtlarken Bitlis’teki askerliğine ilişkin çarpıcı bir anısını daha öğreniyoruz Nuri Pakdil’in: “ ‘Keko’, Kürtçe’de ‘kardeş’, ‘arkadaş’ anlamına geliyor. Ben Bitlis’te yedek subaylığımı yaparken Adli Subaydım. Asker kaçağı Kürt çocukları gelirdi. Türkçe Kürtçe bilen tercümanlar aracılığı ile onların ifadesini alırdım. İşte bu arada bazı Kürtçe kelimeler ve cümleler öğrenmiş oldum.

Kitabın andığınız bölümünde, Müslüman olmaları dolaysıyla Allah’ın kardeş kıldığı Türk ve Kürt halkları arasına, Batıcı, ırkçı cumhuriyet yönetiminin ayrılık tohumları ekmesi eleştirilmekte, bu iki halkın ( ve diğer müslüman halkların) İslam kardeşliği temelinde barış içinde birlikte yaşama iradesi göstermesi gereği vurgulanmaktadır.” (Tüm Karanlığa Yiğit Direniş / Konuşmalar 2, s. 59)

Kadim bir şehir olan Bitlis’in adı, rivayetlere göre, Büyük İskender’in kumandanlarından Badlis tarafından kurulmuş olmasından gelir. Evliya Çelebi’den Fransız seyyah Tavernier’ye, Hommaire de Hell’e, Kotschy’e, Deyrolle’a, İranlı seyyah ve şair Nasır-ı Hüsrev’e pekçok gezgin Bitlis’ten övgüyle bahsetmiştir. Örneğin Hommaire de Hell “doğunun bütün çekici güzelliklerinin Bitlis’te toplanmış” olduğunu söylerken, bu şehri cazip ve romantik bir yer olarak tasvir eden Kotschy de “muhteşem Bitlis” tabirini kullanır. (Metin Tuncel, TDV İslam Ansiklopedisi, cilt 6, s.226-227)

PEKÇOK ÂLİMİ YETİŞTİREN KENT

Beyitte geçen Bitlis Kalesi şehrin batısında, Bitlis Çayı ve bu çayın kolu olan Kömüs Deresi arasındaki vadiye dik olarak inen bir yamacın üzerine kurulmuş, şehre hâkim bir kaledir.

Şehrin müslümanlar tarafından fethedilmesiyle birlikte burada pekçok medrese kurulur ve bu medreselerde İslâm dünyasına pekçok âlim yetişir. “Heşt Bihişt” kitabıyla tanıdığımız devlet adamı, şair, hattat ve tarihçi İdris-i Bitlisî (Doğum 15. yy. Ortaları, Bitlis- Ölüm 1520, İstanbul) bu âlimlerin en bilinenlerinden biridir. Hikmet Kuşçu da bugün bu medrese geleneğini sürdüren ve pekçok öğrenci yetitiren bir âlimdir.

Bir adam Seine Nehri’ne bakarken nehrin yeşile çalan rengi ona birden Bitlis’i anımsatıyorsa ve “Ben, bu yeşillerin daha yeşillerini görmüştüm askerlik yaparken Bitlis’te, bir askerlik arkadaşımın evindeki bir dut dalında!” diyorsa.(Batı Notları,s.83) Yine Bitlis’ten Elazığ’a giderken otelden çıkıp “Otel de Askeri Okul (Ecolé Militaire)un çok yakınında Cler Sokağında.” bu Cler Sokağında yürümeye başlıyorsa, bu iki edim Nuri Pakdil’e özgüdür. Onun şehirleri çok özeldir. O, şehirlerini hep yaşar; kimi zaman düşsel, kimi zaman fiili olarak. Yaşar ne demek? O, adeta kapaklanır şehirleri üzerine. Tıpkı Adonis’in bir şiirinde “al beni aşk / kapaklan üzerime.” dediği gibi. (Belli Belirsiz Şeyler Anısına, Türkçesi Mehmet Hakkı Suçin, s.207, Everest,2017)

Bu şehirlerin sıralamada ilk dördünü biliyoruz: Mekke, Medine, Kudüs, İstanbul, Bitlis bu sıralamada Maraş’tan sonradır muhakkak. Ama öteki şehirlerin, sözgelimi Paris’in bu sıralamadaki yeri sürpriz olabilir.

“ARTIK BU DUVAR
YÜKSELMESİN DİYE...”

Tekrar Bitlis’e dönelim. Nuri Pakdil’in nazarında Bitlis’e ait pekçok gözlem, yorum ve anı vardır. Bunları kitaplarına serpilmiş olarak buluruz. Sözgelimi, Bir Yazarın Notları I’de yazamadığı yılları ‘yılan’ olarak nitelendiren Nuri Pakdi, yazmaya Bitlis’te askerlik yaparken yazdığı mektuplarla başladığını şu cümlelerle ifade eder: “Askerliğimi Bitlis’te yaparken, ısınma devinimlerine başladım : canım çıkardı : ne güçtü bir cümle kurabilmek! Duvara asılırdım; yakarırdım Tanrı’ya, artık bu duvar yükselmesin diye.” (Bir Yazarın Notları I,s.14-15)

Bitlis’in balı, tütünü bir de karı meşhurdur. Nuri Pakdil en çok balından ve karından söz eder kitaplarında: “ Adeta elimdeki kitaba geçerdi yağan karın aklığı; daha bir ışırdı sayfalar. Bitlis demek, kesiksiz kar yağışı demekti. Bayım, bu ayaklar, artık asker ayaklarıdır; toprağa basmazdım, tersine taşırdım toprağı ayaklarımda. Kışla çok uzak sayılmazdı, araçla ya da yürüyerek giderdim. Yazın olsun, kışın olsun, sabah çok erken olurdu Bitlis’te. Niçin bana öyle gelirdi hep? Bunu, bir gün, Bitlisli asker arkadaşıma da sormuş muydum? Bir de akşam olmaya görsün dere boyunun oralardan, uzun uzun köpek ağlamaları duyulurdu; havlamaları değil; adeta birşeyi ağlar gibiydi hayvancağızlar! -dizgi yanlışı yok- . Bu dereboyunda günlerce süren kıyımlarda öldürülenlerin, acımasızca kurşuna dizilenlerin, mazlum Bitlislilerin, tarihte toplanıp kalmış kanlarının kokularını hâlâ hisseder gibi olurdum.” (Bir Yazarın Notları I, s.116-117)

Yıllar sonra bu kez düşsel olarak yaşanır kar: “Kimbilir, nasıl bir kar vardır Bitlis’te şimdilerde? Bitlis-Tatvan arasını, yağmaya başladı mı, kar değil, güzelliğin olağanüstülüğü kaplar : harflerin estetik yarışına girdikleri pist : Kar Masalları.

Gözlemciler: Doğu’da kar ve Doğu’da toprak.

Acı, insanların yüzlerinden karlara yansır.

Ben çok gördüm Bitlis’te bu Doğu fotograflarından.

İki sırdaş da : Doğu’da kar ve Doğu’da toprak. Kafakafaya verip dertleşirler : mağmum, silme mağrur kadınların ve erkeklerin çektikleri acıları yığarlar, yığarlar kar dağları halinde.” (Otel Gören Defterler 5, Ateş Hattında Harf Müfrezeleri, s.55)

KARAKOVAN
KAYALARDAN AKIYOR

Gelelim bala. 1046’da Bitlis’ten geçen İranlı seyyah ve şair Nasır-ı Hüsrev’in de belirttiği gibi Bitlis’te bal çok üretilir. Nuri Pakdil, Toros Dağlarının kayalarından bile karakovan Bitlis balı akıtır: “ Toros Dağları, efendime söyleyim, eteklerinden tepelerine değin kekiktir, nanedir, fesleğendir, tarhundur, nergistir, sümbüldür, hâlâ el değmemiş beyaz güldür. Kayalarından karakovan Bitlis balı akar.” (Kalem Kalesi, s.98)

“Bitlis balına ekmeğe sürercesine Kanlıca’da güneş doğar.” (Otel Gören Defterler 3, Büyük Sorgu s.19) Dedikten sonra, aynı kitapta Bitlis balı sabra dönüşür: “Kay yokuşunda şimdi incecikten yağan sabır belki belki o eşsiz tadına doyulmaz Bitlis balından süzülemeyebilirdi.” (Otel Gören Defterler 3, Büyük Sorgu , s.66)

Beyit tüm bunlarla birlikte “ahirzaman”la kıyameti de çağrıştırır bize. Suların tutuşması bir kıyamet sahnesidir. Herkesin sorgulanacağı “Büyük Sorgu”dan önce bu topraklarda yapılan zulümlerin, kıyımların sorgulanmasının gereği vurgulanır. Yeni bir bilincin oluşması bu sorgulamadan geçer ancak.

#bİTLİS
6 yıl önce