|

Basra protestoları ve İran’ın krizi

Irak halkı, yaşanan tüm istikrarsızlıkların ve güvenlik sorunlarının sebebini İran ve onun ülkedeki uzantılarına yüklemeye başlamıştır. Tahran, ABD ve ardından DEAŞ’e karşı uzun soluklu ve yıkıcı bir savaştan çıkmış olan Irak halkını Haşdi Şabi ve Kudüs Gücü gibi unsurlarla baskı altına almaya devam ettiği müddetçe, ülkedeki İran nefretinin tüm ülkeyi sarması içten bile değildir.

Yeni Şafak
04:00 - 10/09/2018 Pazartesi
Güncelleme: 02:32 - 10/09/2018 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Cenk TAMER /ANKASAM-İran Uzmanı

Temmuz ayının başlarında Irak’ın Basra vilayetinde elektrik ve su gibi temel kamu hizmetlerinin verilememesi, işsizlik ve artan yolsuzluklar gibi nedenlerden ötürü patlak veren protestolar daha sonra ülkenin Zikar, Diyala, Necef, Kerbela, Selahaddin, el-Kadisiye, Meysan ve Bağdat gibi şehirlerine kadar yayılmıştı. Gösterilerde İran aleyhinde atılan sloganlar ve İran dini lideri Ali Hamaney’e ait posterlerin yakılması dikkat çekmişti. Bölgedeki protestolar yıllardır yerleşik bir hale gelmiş olsa da son olayların çıkmasındaki temel etken İran’ın biriken borçlarını ödememesi nedeniyle Irak’a verdiği elektriği kesmesiydi. Hatta Mayıs 2018 seçim sonuçları, İran’ın Irak siyasetine olan müdahalesinden duyulan rahatsızlığı gözler önüne sermişti. Buna göre Arap milliyetçiliğinin güçlü bir savunucu olan ve ülkedeki İran etkisine şiddetle karşı çıkan Mukteda Sadr’ın Mayıs 2018 tarihli Irak seçimlerinden birincilikle çıkması, ülkenin yaşadığı istikrarsızlık ve güvenlik sorunlarından artık Tahran’ın sorumlu tutulmaya başlandığını göstermiştir. Bunun daha da ötesinde Irak Hükümeti’nin kurulması çabalarında önemli bir ilerleme kaydedilememiş olması, ABD-İran eksenindeki güç mücadelesinin yoğunlaşmasına ve ülkedeki kriz ortamının derinleşmesine yol açmaktadır. Ülkedeki siyasi belirsizlik, yolsuzluklar ve başarısız yönetimin getirdiği istikrarsızlık, işsizlik ve güvensiz ortam başta güney vilayetleri olmak üzere ülke genelindeki huzursuzluğun ve hükümet karşıtı gösterin artmasına yol açmaktadır.

TAHRAN’I YAKAN ATEŞ

Bu kapsamda geçtiğimiz günlerde Basra’da yeniden patlak veren protestolarda halk, valilik binası dahil olmak üzere Haşdi Şabi çatısı altında yer alan Bedir Tugayları ve Asaib Ehlil Hak Hareketi’nin binalarını, ayrıca Dava Partisi, Kanun Devleti, Ulusal Hikmet Hareketi ve Hizbullah el Nuceba Hareketi’nin ofislerini ateşe vermiş, bununla da yetinmeyerek bir grup gösterici İran Konsolosluğu’na doğru yürüyüşe geçmiştir. Çıkan olaylarda İran bayrakları ve Hamaney posterleri yakılmış ve İran’ın Konsolosluk binası ateşe verilmiştir. Bir haftadır yoğun bir şekilde devam eden protestolar sırasında en az 11 kişi hayatını kaybetmiş ve söz konusu ölümlerden İran destekli Haşdi Şabi milisleri sorumlu tutulmuştur. Şii Lider Mukteda Sadr, Basralı göstericilerin taleplerinin yerine getirilmesi için hükümet ve parlamentoya 3 gün süre vermiş, diğer taraftan olayların daha da büyümemesi için Haşdi Şabi ve milis güçlerin Basra’da yaşanan olaylara müdahale etmemesini istemiştir. Başbakan Haydar el-İbadi, bölgede bir çatışma riskinden söz ederken, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Nuri el Maliki, Mukteda el Sadr’ın Parlamento’ya sunduğu teklifle hükümeti, siyasi partileri ve Haşdi Şabi’yi hedef almasını sert dille eleştirmiştir. Bu durum İran ve onun unsurlarının Irak’ın istikrarsızlaşmasında oynadığı rolden duyulan öfkenin bir göstergesi olmuştur. Hatta gelinen noktada bazı Iraklı medya kuruluşları, Tahran’ın Bağdat’taki diplomatik misyonunun ülkedeki İran vatandaşlarının tüm bölgelerden çekilmesi çağrısı yaptığını iddia etmiştir.

BAĞDAT’TA CEPHE OLUŞTURMA ÇABASI

Benzer bir olay Eylül ayının başlarında Başbakan Haydar el-İbadi’nin İran destekli Haşdi Şabi Başkanı Falih el-Feyyad’ı hükümet kurma çabalarına müdahil olduğu gerekçesiyle görevden almasıyla yaşanmıştır. İbadi’nin bu adımı, basında İran’ın Haşdi milislerine balistik füze yardımında bulunduğuna dair haberlerin çıkmasının ardından gelmiştir. Tüm bu gelişmeler üzerine Tahran, ironik bir şekilde “Irak’ın içişlerine karışmıyoruz” açıklaması yapmıştır. Bundan farklı olarak son birkaç aydır başta Devrim Muhafızları Ordusu’nun Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani, İran Devrim Rehberi’nin oğlu Mücteba Hamaney ve İran’ın Bağdat Büyükelçisi İrec Mescidi’nin Irak Hükümeti’nin oluşturulması konusunda Kürt partilerden Şii gruplara kadar yoğun bir diplomasi trafiği yürütmesi dikkatlerden kaçmamıştır. Diğer bir ifadeyle Tahran yönetimi, daha önce 2005, 2010 ve 2014 seçimlerinde olduğu Irak’taki tüm Şii grupları bir araya getirmek suretiyle ABD etkisine karşı güçlü bir cephe oluşturmayı planlamaktadır. Başka bir deyişle İran, Başbakan Haydar el-İbadi’nin Nasr koalisyonu ile işbirliği yapan Mukteda Sadr’ın Sairun Koalisyonu karşısında Şii grupların Hadi el Amiri’nin liderliğindeki Fetih Koalisyonu etrafında birleşmesini sağlamaya çalışmaktadır. Zira ABD’nin etkisinde kalması sebebiyle Haydar el-İbadi’nin İran’ın gözündeki imajı son dönemde tamamen bozulmuştur. Bunun oluşmasında İbadi’nin Irak halkının zarar görmemesi adına ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımlara uyacağını açıklamasının etkisi büyüktür. Konuyla ilgili açıklamasında İbadi, “İran’ın çıkarları uğruna Iraklıların çıkarını risk altına almayacağız.” ifadelerini kullanması, ülkenin 2003 işgali sonrası büyük oranda nüfuzu altına girdiği İran’ın müdahaleci anlayışı karşısında artık uyanmaya başladığının göstergesi olmuştur. Diğer bir ifadeyle Mayıs 2018 seçimleri sonunda İbadi ve Sadr ittifakının hükümeti kurmayı başarması halinde İran’ın Irak’taki etkisinin büyük oranda son bulma ihtimali bulunmaktadır.

ANKARA’NIN ARTAN ETKİSİ

Irak Başbakanı’nın İran nezdindeki kötü karnesi bunlarla da sınırlı değildir. Türkiye’nin Bağdat Hükümeti’yle, özellikle Eylül 2017 tarihli başarısız Irak Kürt Bölgesel Yönetimi referandumu öncesi ve sonrası, güvenlik alanında yaptığı işbirliği, devamında Sincar ve Telafer konusundaki hassasiyetini Bağdat Hükümeti’ne kabul ettirmesi, bu yılın başlarından itibaren Kandil Dağı’na düzenlenen terör operasyonları ve bu bağlamda Irak sınır hattında 40 km’ye kadar olan kara operasyonları düzenleme yetkisini etkin bir şekilde kullanması, kısacası Ankara-Bağdat hattında PKK terörünün bitirilmesi konusunda karşılıklı dayanışma ve anlayış ortamının gelişmiş olması İran’ı rahatsız etmektedir. Zira PKK terörünün bitirilmesi, Tahran yönetimi açısından Ankara’ya karşı kullanabileceği en önemli aracın kaybedilmesi demektir.

Halbuki İran, 2014 Irak seçimleri sonrasında ülkenin içerisinde bulunduğu mezhepsel gerginlikler nedeniyle Sünni kesimlere ılımlı bakan İbadi’nin başbakan olmasına razı olmuştu. O dönemde İran, Irak’taki müttefiki Maliki’nin yıkıcı politikalarının kendisinin Ortadoğu’daki imajını zedelemeye başladığını düşünerek bu kararı almıştı. İbadi her ne kadar İngiltere’de eğitim alan Batı-ABD yanlısı bir isim olsa da Tahran, Irak’ı elinde tutabilmenin tek yolunun ortamı yumuşatmak olduğunu düşünmüştür. Daha sonraları terörizmle mücadele kapsamında Bağdat’la kurulan güvenlik alanındaki işbirliği ve Haşdi Şabi milis güçlerinin oluşturularak devlet kurumlarına bağlanması sayesinde İran, Irak’taki etkinliğini dengelemenin de ötesinde ülke siyasetini baskı ve kontrol altına almayı başarmıştır. Fakat 2016 yılında İran’ın Irak’taki kazanımlarını yok edecek olan İbadi’nin teknokratlar hükümeti kurma girişimleri, Tahran’ın İbadi konusundaki rahatsızlığının yükselmesine neden olmuştur.

ÖFKE TÜM ÜLKEYİ SARABİLİR

Günümüzde gelinen noktada, İran’ın Irak konusunda 2014 yılındakine benzer bir çıkış yoluna ihtiyacı var gibi gözükmektedir. Bu doğrultuda Tahran yönetimi, hükümet kurma çabalarında İbadi ve Sadr karşısında Haşdi Şabi’nin siyasi kanadını temsil eden Hadi el Amiri’nin (ve onun Fetih Koalisyonu’nun) Sünnilerle yakınlaşmasına razı olmaktan da öte bu gruplara ihtiyacı vardır. Zira İran, başbakanlık koltuğuna Tahran’ın çıkarlarını gözeten bir isim getirmeyi başarsa bile parlamentoda çoğunluğunu elde etmedikçe bu kazanımlarını uzun süre sürdüremeyeceğinin gayet bilincindedir. Bu sebeplerden ötürü hem ülke içindeki İran’a yönelik huzursuzlukların giderilmesi hem de ülkenin siyaseten istikrara kavuşması için Tahran, Irak’taki Şii ve Sünni grupları Fetih Koalisyonu etrafında bir araya getirmekte ısrar etmekte ve bu konuda büyük çaba sarf etmektedir.

Kısacası İran, 2003 sonrası Irak’taki her seçim döneminde tekrar etmiş olduğu “Şii grupları bir araya getirmeyi amaçlayan müdahaleci anlayışını” sürdürmekte kararlıdır. Buna göre İran, 2003 yılında Irak’taki Şii grupları ABD’ye karşı savaşmaktan çok seçimlere katılmaları için teşvik etmiş; 2010 seçimlerinden Türkiye’nin desteklediği İyad Allavi’nin (el-Irakiye Koalisyonunun) galip çıkması üzerine benzer şekilde Şii grupların bir araya gelmesini sağlayarak Nuri el-Maliki başbakanlığında bir hükümetin kurulmasını sağlamış; 2014 yılında ise ülkedeki tansiyonun düşürülmesi adına Haydar el-İbadi iktidarına razı olmuştur. Fakat gelinen noktada Irak halkı, yaşanan tüm istikrarsızlıkların ve güvenlik sorunlarının sebebini İran ve onun ülkedeki uzantılarına yüklemeye başlamıştır. Tahran, ABD ve ardından DEAŞ’e karşı uzun soluklu ve yıkıcı bir savaştan çıkmış olan Irak halkını Haşdi Şabi ve Kudüs Gücü gibi unsurlarla baskı altına almaya devam ettiği müddetçe, ülkedeki İran nefretinin tüm ülkeyi sarması içten bile değildir.

#ABD
#Türkiye
#İran
#Rusya
#Suriye
6 yıl önce