|

Alışılmamış bir Ankara portresi

İsmail Kılıçarslan, Eski Garajlar’dan, Çukur Mahalle’den, deplasman otobüslerinden, dergahlardan çekip çıkarıyor 70’lerin, 80’lerin, 90’ların Ankara’sını. Memuriyetin kenti belki de bugüne kadar tüm anlatılanlara inat “La bebe, ben o Ankara değilim, ayıktın mı?” diye bağırıyor öykülerde.

Yeni Şafak
04:00 - 10/11/2018 Cumartesi
Güncelleme: 16:59 - 9/11/2018 Cuma
Yeni Şafak
Kara Dursun, Ketebe Yayınları’ndan çıktı.
Kara Dursun, Ketebe Yayınları’ndan çıktı.
MEHMET GÖRGÜN

Bize her daim samimi gelen insanın hikâyesi olmuştur. Yazılanlarda, -öykü, roman, şiir, türü ne olursa olsun- insanı arar dururuz. Çünkü budur hikâyeyi sahici ve samimi kılan. İşte İsmail Kılıçarslan da Kara Dursun ve Diğer Ankara Söylenceleri kitabında bu sihrin farkına varmış olacak ki maharetli bir zanaatkâr gibi insanla işliyor öykülerini. Öykü dediğime bakmayın, öykü sadece edebi bir tür. Evet, kitap bir öykü kitabı ama çarpıcı olan muhakkak hikâye.

Yokluk, aşk, hayat gailesi, sevgi, hamilik, babalık, inanç ve bir daha yokluk. Zor zamanlardı, diye başlayabilecek hikâyeler anlatıyor bize yazar. Ama hiçbir zaman onun ağzından böyle bir şey duymuyorsunuz. Çünkü her zorluk yanında muhakkak güzelliği de getirir. Acısıyla, tatlısıyla tam olarak yaşanmışlık bu değil midir?

FARKLI BİR ANKARA

Kılıçarslan, Eski Garajlar’dan, Çukur Mahalle’den, deplasman otobüslerinden, pavyonlardan, kondulardan, dergahlardan çekip çıkarıyor 70’lerin, 80’lerin, 90’ların Ankara’sını. Alışılmışın dışında bir Ankara portresi sunuyor okura. Gri duvarların, soğuk mevsimlerin, memuriyetin Ankara’sı belki de bugüne kadar tüm anlatılanlara inat “La bebe, ben o Ankara değilim, ayıktın mı,” diye bağırıyor öykülerde. Esasen şair olan İsmail Kılıçarslan’ın meselesi öykü yazmak değil, bunu en başta belirmek gerek. Zaten kendisi de bunun pekâlâ farkında ki “söylence” diye belirtiyor her hikâyenin başında. Aynı sebepten asla entelektüel ve bir o kadar suni bir üsluba rastlamıyorsunuz kitapta. Köşe Kahve’nin meddahı gibi karşılıyor sizi yazar. Hiçbir şeyden çekinmiyor ve naif okuru rahatsız edecek kadar yalın anlatıyor öykülerini. Kendini inkar etmeyecek kadar sansürsüz üstelik. Çünkü şehirler arası otobüsler ve kondular sansürsüz, ölüm sansürsüz, aşk sansürsüz yaşanıyor Kılıçarslan’ın Ankara’sında.

80’LERDE NE OLDU?

Kitap, her şey bir yana, belirli bir zamanı ve mekanı not düşüyor edebiyat tarihine. Sırf bu sebeple bile ayrı kıymetli. 80’lerde Türkiye’de ne oldu, yokluk nasıl bir şeydi, başörtüsü mitinglerine kimler gidiyordu, peki ya pavyonlara? İnsan bir dergahın kapısına, inanca ve yine insan insana niçin muhtaçtır? Bundan yirmi, elli belki yüz sene dahi geçse dönüp bakıldığında kıymetini yitirmeyeceği kanaatindeyim bu öykülerin. Bilakis değerlenecektir. İsmail Kılıçarslan’ın kimi zaman muzip bir çocuğun, kimi zaman da yaşadıklarıyla büyümüş bir gencin gözünden anlattığı doğuştan karaların, sevdiğine kavuşamamışların, sevdiğini kaybetmişlerin, zarı hiçbir zaman dubara gelmemişlerin yani “hiç kimse”lerin hikayesi Kara Dursun ve Diğer Ankara Söylenceleri Ketebe Yayınları’ndan çıktı. Temennim odur ki okurunu bulacaktır.

#İsmail Kılıçarslan
#Eski Garajlar
5 yıl önce