|

ABD ve kimlik çatışmalarının jeopolitiği

Son günlerde Batılı basın, Birleşmiş Milletlerin raporlarına göre dünya genelinde 8.000 etno-kültürel grup olduğu ve çok yakın bir zamanda yeni bağımsızlık hareketlerinin ortaya çıkmasının muhtemel göründüğünü ısrarla gündeme getirmektedir. Yüzyıldır yürütülen Amerikan senaryonun parçaları olarak, Belize, Tayvan, Kaşmir, Tibet, Abhazya, Somali gibi Dünya’nın farklı bölgelerinde yeni kimlik oluşumlarının ve çatışmalarının sırayla hayata geçirileceği öngörüsünde bulunmak için özel bir bilgi ve yeteneğe gerek yoktur.

Yeni Şafak ve
04:00 - 14/11/2017 Salı
Güncelleme: 02:11 - 14/11/2017 Salı
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
DOÇ. DR. HİLMİ ERDOĞAN YAYLA / HASAN KALYONCU ÜNİVERSİTESİ

Amerika Birleşik Devletlerinin küresel yayılma stratejilerinden başlıca olanı, Dünya’nın çeşitli bölgelerindeki dini, etnik, milli ve diğer aidiyetlerin çatışması üzerine kuruludur. Geçmiş yüzyılın tecrübeleri, yerel kimliklerin önce ilgili bölgelerdeki toplumlar tarafından farkına varılmasını sağlayacak yapay rejim dokunuşlarının yaşandığını, sonrasında -Amin Maalouf’un kavramsallaştırmasıyla- uyanan kimliklerin silahlanarak canavara dönüştüğünü ve nihayetinde çatışmaların ardından Amerika Birleşik Devletlerinin çeşitli askeri yöntemlerle hedeflediği bölgelere yerleştiğini göstermiştir.

Almanya’dan Afganistan’a, Bosna-Hersek’ten Irak’a kadar yeryüzünün farklı köşelerinde Amerika Birleşik Devletlerinin varoluşunun arka planındaki ortak özellik işte bu “kimlik çatışması” hadisesidir. Tıpkı bugün Lübnan merkezli yaratılan Şii-Vahhabi (Suudi-İran) karşılaşmasıyla Ortadoğu’nun başına örülmekte olan senaryoda olduğu gibi! Örnekler elbette geçmişe dönük olarak çoğaltılabilir, II. Dünya Savaşı sonrasında Filistin’in durumu, 60’larda Vietnam’ın akıbeti, sonra günümüzde Katalonların ya da Barzani’nin bağımsızlık girişimleri de bu bağlamda ele alınabilir.

Amerikan yayılmacılığının yerel kimlikler bağlamında kronolojisi incelendiği takdirde; Auschwitz Kampında Hitler rejiminin baskısıyla oluşmuş bir İsrail aidiyeti, Halepçe’de Saddam rejiminin baskısıyla oluşmuş Kürdistan aidiyeti, eski Yugoslavya’da insanlık suçlusu Miloseviç’in dokunuşuyla uyandırılmış birçok aidiyet daha sonrasında silahlanmış, “karşıt” aidiyetlerle çatışmış ve yine sonuç olarak ABD’nin Avrupa, Balkanlar ve Ortadoğu’da yayılması ve yerleşmesi mümkün kılınmıştır.

Sırasıyla hatırlanacak olursa, Avrupa’da Naziler tarafından gerçekleştirilen Yahudi soykırımı Amerikan ordusunun 1944 yılında “Özgür Avrupa” mottosuyla gerçekleştirdiği Normandiya çıkarmasıyla neticelenmiş ve bu yolla ABD Avrupa’nın içlerine kadar yayılan silahlı ve siyasi bir güç haline gelmiştir. Bununla da kalmayarak soykırımdan sağ kalan Yahudilerin Filistin’e sürülmesi aracılığıyla ABD Ortadoğu’da da varlık gösterme imkanı elde etmiştir. Irak’ta Saddam Rejimi tarafından gerçekleştirilen Halepçe soykırımı yine ABD tarafından 1991 yılında gerçekleştirilen Çöl Fırtınası Harekatı ile son bulmuş, Amerikan ordusu güneyden başlayarak Irak’ın kuzeyinde Erbil ve Süleymaniye’ye kadar aynı şekilde “özgürleştirme” mottosuyla yayılabilmiştir. Eski Yugoslavya’da insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından biri olarak boy gösteren Bosna soykırımı ise 1994 yılında NATO işbirliğiyle gerçekleştirilen Kararlı Güç Harekatı ile neticelenmiş ve ABD ordusu Bosna, Kosova, Hırvatistan bölgelerine yerleşmiştir. Bir başka ifade ile eski Yugoslavya’da meydana gelen aidiyet çatışmaları, ABD silahlı kuvvetlerine Balkanlarda yayılma fırsatı veren bir gelişme olmuştur. Günümüzde bu ülkeler ve bölgelerin her birinde ABD konsolosluklarının, Amerikan askeri üslerinin ve fast food zincirlerinin varlığı, sözü geçen işte bu aidiyet çatışmalarının bir neticesidir.

Kaldı ki birçok komplo teorisi, kitlesel kimlik farkındalığını sağlayan baskı rejimlerinin ABD tarafından finanse edildiği tezini öne sürmektedir. Örnek olarak, bazı kaynaklar Nazi rejimine büyük bağışlar yaptığı iddia edilen ABD otomotiv endüstrisinin kurucusu Henry Ford’un, Almanya tarafından Devlet nişanına layık görülen ilk yabancı olarak nitelendirmektedir. Amerikalı Standart Oil firmasının da II. Dünya savaşı boyunca Nazilere yakıt sağladığı iddiası da komplo teorileri arasında yer almaktadır.

Barzani’yi kim kışkırttı?

Barzani’nin aldığı referandum kararının ardından uluslararası kamuoyunda ortaya sıkça koyulan “Barzani’yi kim kışkırtıyor?” sorusunun cevabı ABD destekli kimlik stratejilerinde gizlidir. Geçtiğimiz yüzyılda Nazilerin Yahudilere ve Sırpların Boşnaklara yönelik gerçekleştirdiği soykırımların nihayetinde yayılma fırsatı bulmuş olan Amerika Birleşik Devletleri, Saddam rejiminden bu yana olgunlaştırılan Barzani rejimini de kışkırtarak Ortadoğu’daki aidiyet yapısı üzerinden öncekilere benzer bir yayılma aracı sağlamaya çalışmıştır. Kaldı ki IKBY eski Başkanı, Irak ordusunun son Kerkük operasyonunu ABD bilgisi dahilinde gerçekleştiğini açıklayarak, kendi girişiminin temellerini de bir anlamda açığa kavuşturmuştur.

Amerikan Kara Harekatının Ayak Sesleri

Aidiyet çatışmalarının bu yüzyıldaki en korkunç örneği olan “Arap kışının” etkileriyle oluşan “uygun” zemine dayanan ABD yetkilileri, televizyon ekranlarında 2015 yılında Suriye’de bir kara harekatı yapabileceklerine dönük açıklamalar yapmıştır. Ancak Türkiye, Rusya ve İran başta olmak üzere bölgesel güçlerin yerinde ve zamanında müdahalesi, ABD tarafından bir kara harekatı yapılmasını ve Ortadoğu demografisinin Amerikan merkezli olarak yeniden şekillendirilmesini engellemiştir. Pentagon yine geçtiğimiz günlerde, genelkurmay başkan yardımcısı aracılığı ile Kuzey Kore’deki nükleer silahlanma programının tamamen ortadan kaldırılması için tek yolun bölgeyi karadan işgal etmek olduğunu açıklayarak, ABD’nin geçtiğimiz yüzyıldan beri sürdürdüğü stratejinin devam ettiğini bir anlamda açığa vurmuştur. Bu bağlamda, geçen yüzyılda Amerikan Silahlı Kuvvetleri tarafından Avrupa, Balkanlar ve Irak için atılan “özgürleştirme” mottolarının bir yenisinin yakın bir süreçte -Kore’nin yanında- Lübnan ve Yemen için de ilave edileceğine işaret edilmiştir. Kaldı ki son birkaç yıldır ABD tarafından İsrail ve Suudi limanlarında meydana getirilen silah yığılması, ABD’nin Ortadoğu’daki mevcut durumunu korumaktan ziyade, muhtemel bir ileri askeri harekat gerçekleştireceği yönündeki izlenimi güçlendirmektedir.

Suudi Merkezli Mevcut Durum

Son birkaç haftadır Suudi Arabistan’da meydana gelen olaylar zincirinin yapısı, bu olayların başka gelişmelerin tetikleyicisi oldukları yönünde şüphe uyandırmaktadır. Hatırlanacak olursa, Yemen’den Şii milisler Suudi Arabistan’a balistik füze saldırısı düzenlemiş, Suudi prens ve üst düzey yetkilileri taşıyan helikopter düşürülmüş, Lübnan Başbakanı Hariri Hizbullah’ın kendisine suikast girişiminde bulunacağından çekinerek Suudi Arabistan’a giderek Salman’la görüşmüş, yolsuzluk operasyonları kapsamında birçok üst düzey Suudi yetkili etkisizleştirilmiş, Yemen Cumhurbaşkanı yardımcısı Ali Muhsin Salih, başkent Sana’daki halkı Husilere karşı ayaklanmaya çağırmıştı. Bu olaylar envanterine bağlı olarak, ilk akla gelen Ortadoğu’da Suudi-İran rekabetinin kızıştığı ve Ortadoğu’nun bir Şii-Vahhabi çatışması üzerinden yeniden şekilleneceğine dönüktür. Bu düşünceyi güçlendiren ise öteden beri tarafların Ortadoğu’da destekledikleri kimliklerdir. İran Yemen’de Husileri, Irak’ta Şiileri, Suriye’de Beşer Esadı, Lübnan’da Hizbullahı desteklerken, aynı vitrinin diğer yarısında Suudiler Yemen’de Hadi hükümetini, Irak’ta İbadi’yi, Suriye’de muhalifleri, Lübnan’da Hariri’yi desteklemektedir.

Elbette bunların tümü gerçektir. Ancak Ortadoğu sahnesinin görünen bu yüzü kadar bir de görünmeyen yüzü mevcuttur ve Suudi destekli bir Şii oluşumun Ortadoğu’da hayalet gibi gezindiğini söylemek mümkündür. Iraklı Şii lider Mukteda el Sadr’ın Temmuz ayındaki Riyad ziyareti de göz önüne alındığında, Suudi’lerin İran etkisi dışında ve Şii kimliğini provoke edebilecek bir gücü ellerinde bulundurduğunu, İran’a karşı Amerikan destekli yeni bir Şii devletinin oluşturulmasının ilk adımlarının atıldığını ifade etmek mümkündür. Böyle bir oluşum, hem İran etkisi altındaki Şii bloğunu bölecek hem de Amerikan ordusunun Ortadoğu’da yeniden yayılması için yapay gerekçeler üretecektir. Bir başka ifade ile bu kimlik oyunları, ABD’yi Ortadoğu’ya siyasi ve askeri bir aktör olarak çekmekten başka hiçbir sonuç doğurmayacaktır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, zaten ABD ordusu Ortadoğu’yu çevrelemiş ve uygun müdahale zamanını beklemektedir.

Harekete geçirilmeyi bekleyen diğer aidiyetler

Son günlerde Batı’lı basın, Birleşmiş Milletlerin raporlarına göre dünya genelinde 8.000 etno-kültürel grup olduğu ve çok yakın bir zamanda yeni bağımsızlık hareketlerinin ortaya çıkmasının muhtemel göründüğünü ısrarla gündeme getirmektedir. Yüzyıldır yürütülen Amerikan senaryonun parçaları olarak, Belize, Tayvan, Kaşmir, Tibet, Abhazya, Somali gibi Dünya’nın farklı bölgelerinde yeni kimlik oluşumlarının ve çatışmalarının sırayla hayata geçirileceği öngörüsünde bulunmak için özel bir bilgi ve yeteneğe gerek yoktur. Dünya hakimiyeti peşinde koşanlar önümüzdeki süreçte de siyasi coğrafyayı öncelikli etkileyen unsurlar olan yer şekilleri ve iklim gibi unsurlar ile dini, etnik ya da ulusal aidiyetleri dengeleyerek yönetmeye çalışacaktır.

#ABD
#Ortadoğu
#Strateji
6 yıl önce