İsrail, Gazze’de soykırım yaparken kuzeye de yöneldi. Hizbullah, Güney Lübnan’dan zaten 8 Ekim’den beri İsrail ordusu ve yerleşimcileri kontrollü saldırıları ile taciz ediyordu. Eylül 2024’te İsrail yeni savaş metotları ile Hizbullah’a darbeler indirmeye başladı. Hizbullah sahada iyiydi ama Hamas’ın aksine büyük istihbarat zaafı içerisinde olduğu anlaşıldı. Genel sekreteri dahil birçok önemli idarecisi ve komutanını kaybetti. Bu yazımızda Hizbullah’ı köklerinden itibaren anlatmaya çalıştık.
“Lübnan’da geniş tabanlı bir grup oluşturulması kararı alınmıştı. Direniş mensuplarından 9 kişi seçildi ve İmam Humeyni ile görüştüler. Lübnan ve bölgedeki son durumları anlatıp ona İslami Direniş Cephesi’nin kurulmasını önerdiler. İmam’a ‘Biz, sizin İmamet, önderlik ve velayetinize inanıyoruz. Bizim görevimiz nedir söyleyiniz’ dediler. İmam onlara dedi ki: ‘Göreviniz direniş ve düşman karşısında tüm gücünüzle durmaktır. Sıfırdan başlayınız, Allah’a tevekkül ediniz, kimseden beklenti içerisinde olmayınız. Kendinize güveniniz ve Allah size yardım edecektir. Ben zaferi alınlarınızda görüyorum.’ O toplantıda Lübnan’daki İslami Direniş’in temelleri mübarek Hizbullah adı altında atılmış oldu.”
Hareketin ikinci Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, Hizbullah’ın kuruluşunu bu cümlelerle özetliyordu. Lübnan Şiileri için yeni bir dönem başlamıştı.
Lübnan asıllı bir İranlı olan Musa Sadr’ın 1959’dan itibaren Lübnan Şiilerinin uyanışı, bilinçlenmesi, örgütlenmesi ve siyasi aktör olarak ortaya çıkmasında önemli bir emeği olduğunu belirtmeliyiz. Sadr’ın bölgeye dini bir temsilci olarak gönderilmesinin mezhebi boyutları vardır ama o dönem İran Şahı’nın mezhep üzerinden nüfuzunu yayma ihtimalini de göz ardı etmemek gerekir.
Mahrumlar Hareketi ve STK’lar üzerinden Şiileri örgütleyen Musa Sadr, hareketin askeri kolu olarak da daha sonra İran İslam Cumhuriyeti’nin ilk Savunma Bakanı olacak Mustafa Çemran ile birlikte ‘Lübnan Direniş Güçleri’nin kısaltması olan EMEL örgütünü kurmuştur. Böylece, Mahrumlar Hareketi üzerinden Şiileri bilinçlendiren, örgütleyen, toplumsal bir güç haline getiren Musa Sadr, Lübnan İç Savaşı öncesinde silahlı bir milis gücü de oluşturarak, uzun bir dönem sonra Şiilerin silahlanmasını da sağlamıştır.
Lübnan’ın güneyindeki Şiilerin silahlanması ve savaş tecrübesi kazanmasında 1970’li yılların başında bölgeye gelen Filistin Kurtuluş Örgütü’nün de rolünü unutmamak lazım gelir. Şii gençler FKÖ saflarında İsrail’e karşı savaşmışlar ve tecrübe kazanmışlardır.
Musa Sadr’ın 1978 yılında Libya’da kaybolması EMEL hareketini derinden etkileyecektir. Sadr’ın yerine geçen Huseyn el-Huseyni bir müddet sonra yerini seküler eğilimli ve daha da önemlisi İran İslam Devrimine mesafeli yaklaşan Nebih Berri’ye bırakacaktır. Berri’nin EMEL’in başına gelmesi Lübnan Şiilerinin ideolojik bazlı bölünmesi açısından da bir dönüm noktasıdır.
İran Devrim Önderi Humeyni’nin Lübnan Şiileri ile irtibatı ve onlara desteği devrim öncesine dayansa da yazının başında Hasan Nasrallah’ın dilinden rivayet ettiğimiz gibi, Hizbullah’ın kuruluşu Lübnanlı Şii ulemanın Humeyni’yi ziyareti esnasında olmuş ama örgütün resmen ilanı, kanımızca ideolojik sebeplerden, ertelenmiştir.
Burada İran İslam Devrimi’nin, Hizbullah ile kan ve doku uyuşmasına da dikkat çekmek gerekiyor. Hizbullah, aynen İran rejimi gibi alimler kontrolünde, İran önderinin önderliğini, dini ve siyasi otoritesini kabul eden ve ideoloji birliğine sahip bir harekettir. Hizbullah vekil bir güçten daha ötesidir, yönetimi Lübnanlı olmasına rağmen İran’ın sıkı kontrolünde, gerçekte ise Tahran’ın Lübnan’daki bir uzantısıdır. İran’ın Hizbullah’a desteği kurumsal ve devlet gücüyle çok yönlü bir şekilde yürütülmektedir. Bunu kamufle etmek için ileride izah edeceğimiz üzere hareketin politikasında önemli değişiklikler yapılacaktır.
Hizbullah askeri bir örgüt olarak kurulmuş ve 1985 yılındaki kuruluşun resmi açıklanmasına kadar bir yeraltı örgütü gibi hareket etmiştir. 1982 yılında başlayan İsrail işgaline direnirken, Lübnan içerisinde, yabancı askeri güçlerin Lübnan’dan çıkarılmasına yönelik etkili eylemlere imza atmıştır. O dönem Lübnan’da askeri hedeflere yönelik gerçekleştirilen intihar eylemleri ve rehine almalarda İslami Cihad Örgütü ile birlikte Hizbullah’ın da adı geçmektedir.
Bu arada, İran’ın Hizbullah’ın eylemlerinin meyvesini devşirdiğini hatırlatmadan geçmeyelim. Örneğin, Batılı rehineler İran menfaatleri için kullanılmıştır. O dönem Irak ile ‘dayatılmış savaş’ yürüten ve silaha ihtiyacı olan İran, Lübnan’daki rehineler üzerinden ‘İran–Kontra’ meselesi olarak da bilinen, bazı rehinelerin serbest bırakılması karşılığında ABD silahlarına ulaşmıştır.
İran İslam Devrimi Muhafızları-Kurtuluş Hareketleri birimi başkanı Mehdi Haşimi’nin bu alışverişi Lübnan’da yayınlanan Eş-Şira dergisine sızdırmasıyla sadece İran değil ABD de karışacaktır. Haşimi’nin bu sızdırmayı ‘vatana ihanet’ suçlamasıyla hayatıyla ödediğini de belirtelim.
Kuruluşundan 1985’e kadar ortaya çıkmayan Hizbullah, ideolojisini ve siyasi amaçlarını 1985 yılında yayınladığı ‘Açık Mektup’ ile dünyaya duyurmuş, kuruluşunu resmen ilan etmiş, yeraltından yerüstüne çıkmıştır.
‘Açık Mektup’ta ümmet vurgusu yapılmakta, ‘Sadece İslami bir rejimin, ülkeye yönelik emperyalist sızma girişimlerini durdurabileceği’ öne sürülmekte, ABD, Fransa ve İsrail’den oluşan yabancı güçlerin ve Falanjistler gibi işbirlikçilerinin ülkeden çıkarılması hedefi için çalışılacağı bildirilmekte, mevcut rejimin radikal bir şekilde değiştirilmesinin önemine dikkat çekilmektedir. Diğer önemli husus ise İran devrim önderi Ayetullah Humeyni’ye tabi olduklarını açıklamalarıdır.
Lübnan İç Savaşı’nı sonlandıran Taif Antlaşması’yla birlikte Lübnan’daki tüm taraflar silahsızlandırılıp dağıtılmış, ancak Hizbullah’ın güneyde İsrail’e karşı bir “direniş gücü” olarak silahlı kalmasına izin verilmiştir. Hizbullah’a bu ayrıcalığın verilmesi, muhtemelen İsrail’e karşı silahlı bir denge unsuru olarak düşünülmesinden dolayıdır. Üstüne üstlük rakip EMEL güçleri de silahlarını bırakacaklardır. Bundan sonra Hizbullah gücüne güç katacaktır.
Örgütün ikinci dönüşümü ise 1990’lı yılların başlarında devreye soktuğu ‘infitah’ yani açılım ile olacak ve ‘Lübnanlılaşma’ yoluna girecektir. Bu strateji ile ‘Açık Mektup’taki hedeflerinden vazgeçmiş, siyasete ve entegrasyona adım atmış ve daha geniş tabanlı bir politikaya yelken açmıştır. Aslında bu strateji değişikliği askeri bir yapıyı sivil bir zırhla dış etkilere karşı koruma hamlesidir aynı zamanda. Açılım Hizbullah’a askeri gücünün gölgesini siyaset üzerine düşürmesine yardımcı olacaktır. Hizbullah 1992 yılından itibaren, seçimlere girip Lübnan parlamentosuna milletvekili de gönderecektir.
Hizbullah’ın, Lübnan’ı 1982’den beri işgal eden İsrail’i 2000 yılında Güney Lübnan’dan çekilmeye zorlaması ve 2006 yılında yine İsrail’in Güney Lübnan işgaline 33 gün direnerek yine çekilmeye zorlaması Hizbullah’ın Lübnan içinde nüfuzu ve Sünni-Şii Müslüman dünyada şöhretinin epeyce artmasına imkân vermiştir.
Hizbullah’ın İsrail’e karşı gösterdiği direniş ve mücadele, kazandığı itibar, hareketin Suriye iç savaşında Suriye rejimi yanında iç savaşa dahil olmasıyla, mezhep savaşı yürüttüğü suçlamaları ile Müslüman dünyada büyük bir yara almıştır. İran’ın Hizbullah’ı bir savaş makinesi olarak kullanması muhtemelen Suriye ile de sınırlı değildir.
Hamas’ın 7 Ekim 2023’te Gazze Şeridi etrafına düzenlediği Aksa Tufan’ı operasyonu yeni bir savaşın fitilini ateşlemiş, İsrail Gazze’de bir soykırıma girişmiştir. Hizbullah 8 Ekim’de Gazze Şeridi ile dayanışma amaçlı İsrail karşıtı silahlı tacizlerine başlamıştır.
Eylül 2024’ten itibaren, İsrail Hizbullah’a yönelik daha geniş saldırılara başladı. Çağrı cihazları, telsizleri toplu halde patlatmalar ve saha komutanlarına yönelik suikastlar düzenledi. Hatta İsrail hareketin bir, iki ve üç numarasını da katletti. Anlaşılan İsrail istihbaratı Lübnan’da iyi çalışıyordu ve Eylül 2024 Hizbullah için kanlı bir ay oldu.
İsrail Hizbullah’a etkili darbeler indirmiş olsa da on binlerce çeşitli tip füze, SİHA’lar, onlarca kilometre tünel ve daha da önemlisi binlerce adanmış savaşçıyla dünyanın devlet dışı en büyük gücünü devre dışı bırakması zor gözüküyor.
Zaten, Lübnan’ın güneyinden gelen haberler de İsrailli soykırımcıları memnun edecek haberler değil.